The Beacon’ın gelişim serüvenine Mayıs 2018 sayımızda yer alan bir söyleşi ile göz atıyoruz.
Fark etmiş olmalısınız, The Beacon sürekli yenileniyor. Dergiyi size anlatmak için elimde tek bir anahtar var, o da sevgi. Sevgi ile yapmak. Elden gelenin en iyisi, ancak sevgi ile yapılınca mümkün oluyor. Bu bizim, yaptığımız işe odaklanmamızı sağlıyor. Kendimizi geliştirmek için sürekli öğrenci olmamızı sağlıyor. Hep öğrenci olmak ne müthiş bir duygu, değil mi? Hepimizin ortak özelliği okulumuza, biricik ACI’mıza olan sevgimiz. Bu dergi ile okulumuzu yansıtmayı, aldığımız eğitimin derinliklerine inmeyi hedefliyoruz.
Her sayıyla, yeni bir yolculuğa çıkarız hep birlikte. Her eğitim yılı, bizim için bir The Beacon yılıdır. Çalışma dönemi boyunca gidiş gelişlerimiz çok olur. Bir özeleştiri toplantısı yaparız önce. Kendimizi ve son sayımızı kıyasıya eleştiririz. Biliriz ki ancak böyle gelişebiliriz. Ne yaptık, ne yapamadık? Daha güzele, daha iyiye ne kadar yaklaştık? Arkadaşlığımız sadece o masanın etrafında kalmaz, hayatlarımıza da dokunur.
Dergi ile başlayan arkadaşlıklar, dostluğa, dayanışmaya evrilir. Birlikte üzülür, birlikte seviniriz. Sorunları çözmek için farklı düşüncelere sahip olsak da birbirimizi anlamaya çalışır, empati kurarız. Her birimiz farklı bir yönümüzle bütünü tamamlarız. Güzellikleri başkalarına ulaştırmak için ortak projeler oluştururken emeği ve hazzı paylaşırız. Sözün özü: Sonunda her birimiz, katkıda bulunduğumuz her yeni sayının bir parçası olup çıkarız. Tıpkı yapbozda olduğu gibi, tek bir parçanın yoksunluğu bile ana resimde dolmaz bir boşluk bırakır.
Şimdi sıra içimizden birini anlatmaya geldi. Dergiyi görsel olarak bugünkü haline getirmek için fedakârlık ve yaratıcılıkla çalışan sevgili Nükhet’ten söz etmeden The Beacon’ı anlatmak mümkün olmaz. Ben Nükhet’i ilk olarak Yayın Kurulu çalışmalarımızdaki yol arkadaşlığımızda tanıdım, gözlerindeki pırıltıyı ve coşkuyu yakından gördüm. Uzlaşmacı yaklaşımlarına, dengeli davranışlarına, doğallığına, içtenliğine, sakinliğine hayran oldum. Nükhet, yaşadığı topluma kendinden bir şeyler vermek üzere yola çıkan yürekli kadınlardandır; kendinizi çekinmeden açabileceğiniz bir dost, sığınabileceğiniz güvenli bir limandır.
Bu noktada sözü kendisine bırakıyorum…
The Beacon’ın yayın aşamalarını anlatır mısın?
The Beacon’ın ACI mezunlarının iletişim organı olarak yayına başlama tarihi çok çok öncelere uzanıyor ancak okul gazeteleri gibi çok amatörce. Başlarda 4 sayfa sonraları 8 sayfa olarak düzenlenmiş. 1998’de 10 sayfaya çıkıyor. Biraz da baskı teknolojisinin hızlı gelişimiyle sayfa yerleştirmeleri daha bir albenili oluyor. Maddi kısıtlamalar nedeniyle siyah beyaz olarak yayımlanıyor. Bülten niteliğinde. Yayın, bazı yıllar sınırları aşarak 15-20 sayfaya ulaşsa da hâlâ siyah beyaz.
2006 yılında bir sıçrama yapıyor, tabii yine kısıtlı bütçe dikkate alınarak. Hiç olmazsa tek renk katalım, fazla yük olmaz diye düşünüyoruz. 2008 yılında biraz daha renklensek nasıl olur gelgitleri yaşanırken, sadece fotoğrafları renklendirmeye karar veriyoruz. 2010 yılı köklü bir değişimle birlikte geliyor; dergi formatına geçiyoruz; kuşe kâğıt, 4 renk baskı, profesyonel sayfa düzenlemesi. 2012’ye kadar hiç reklam almadan kendi yağımızla kavrulurken, o yıl reklam almak ciddi bir gereksinim oluyor. Arka kapağa ve kapak içlerinde reklamlara yer vermeye başlıyoruz. Sonraki yllarda bu sayı artıyor, reklamlar ara sayfalarda da yer alıyor.
Geldik 2018’e. Artık elimizde karton kapaklı tam bir dergi tutuyoruz. Tabii ki, bu anlattıklarım yayın hikâyesinin görsel yönü. Bir de hiçbir şeyle ölçülemeyecek, içeriğine verilen ‘emek’ kısmı var.
The Beacon Yayın Kurulu’na nasıl katıldın?
Ben yayın grubuna, çok uzun yıllar The Beacon’ın editörü olarak büyük emek veren sınıf arkadaşım sevgili Şükran Yücel’in önerisiyle, 1990 yılında katıldım. Özellikle baskı aşamasında yayınımıza destek vermeye çalıştım. Yayınımızda finansal konu her zaman karşımıza engel olarak çıkıyordu. Bu konuya azami özen gösteriyorduk. Örneğin büyük yük getiren posta giderlerini düşürmek için neler yapmadık ki; postalamada ağırlığa göre fiyatlandırma yapıldığından gramajı daha düşük kâğıt kullandık, basılmış yayını kenarlarından tıraşlayarak ağırlığını hafiflettik, sayfa sayısını 8 ile sınırlamak zorunda kaldık, çoğu zaman yazıları sıkıştırdık ve küçük punto kullandık. Çözüm diye düşündüklerimiz yayının görselliğini bozdu tabii ki. Bu kadar emek ver, sonuçta okuyucuyu cezbetmeyen bir ürün yarat. Eleştiri de almaya başlayınca bu uygulamalardan hemen vazgeçtik. Neyse ki Dernek Başkanımız sevgili Sevin Oran imdadımıza yetişti; ‘Yapacağınız her türlü değişikliğin arkasındayım, korkmayın rahat çalışın,’ dedi. Bu sayede yayınımız dergi formatına girdi. 10 sayfa iken adım adım ilerledi, 30-40-50-60-70 sayfalara ulaştı.
Peki, bugün gelinen aşamayı nasıl değerlendirirsin?
Görsel olarak gelişen yayını içerik olarak da zenginleştirmeye çalıştık. İlim, bilim, kültür, sanat alanlarında sıra dışı başarılar gösteren, sosyal hayatta etkin roller üstlenen mezunlarımızı görünür kılmak için var gücümüzle çalışıyoruz. Bu çabalarımız son yıllarda Yayın Kurulu’na katılan taze kanlarla desteklendi. Tanıtılacak kişiler ve konular bulunduktan sonraki aşamalar da az yorucu olmuyor. Yayın Kurulu’nun soluksuz çalışmaları sınırsız. Bu noktada başkanımız Hülda Süloş’un titiz editörlüğünü vurgulamadan geçemem. En küçük imlâ hatalarını, ifade düşüklüklerini düzeltmek adına, hazırlanan yazılar defalarca okunur, tartışılır.
Sonunda baskı aşamasına gelen yayın için kusursuzluk arayışları geceyarılarına kadar süren haberleşmelerle doruk noktasına erişir. Ancak baskı bitiminde herkes bir ‘ohh…’ çekerek rahatlar. Maraton bir sonraki seneye kadar tatile girer.”
Baskı sürecinden bahsedersek?
Öncelikle derginin formatlanması açısından hazırlık safhasının başında tüm dökümanın toplanması lazım. Geleceğinden emin olduğunuz ilan veya yazıya mutlaka yer ayırırız. Toplanan malzeme grafik servisine teslim edilir ve heyecanlı bekleyiş başlar. Malzemenin sayfalara yerleştirilmesi zaman alan bir süreç. Grafik servisiyle bu süre zarfında birebir çalışırım. Yerleştirme bittikten sonra maketi Yayın Kurulu’na sunarız. Sayfaları görsel açıdan eleştirip, gerek gördüğümüz değişiklikleri yaparız. Son olarak her birimiz en az bir kez olmak üzere tüm yazıları okur, düzeltmeleri yaparız. Artık eserimiz baskıya hazırdır ancak her şey hazır olsa bile özellikle sınıf haberlerinde sıkıntı yaşarız zira vefat ve doğum haberleri son dakika gelebiliyor.
Mezunlar Derneği’nin dışında yayınlarıyla ilgilendiğin hangi kuruluşlar var?
Üyesi olduğum diğer sivil toplum kuruluşlarında da onların yayınlarıyla ilgilenmek üzere görev aldım; Kültürpark Tenis Kulübü ve Gündoğdu Rotary Kulübü bülten komitesinde yayınları hazırlamak üzere dönemsel hizmet verdim. On yıl süreyle Türkiye Soroptimist Kulüpleri Federasyonu’nun yayın organı Soroptimist Dünyası’nın editörlüğünü yaptım. Basın ve yayın alanında faaliyet gösteren aile şirketimizde çalışmam nedeniyle ister istemez bu görevleri üstleniyorum. Şunu da belirtmeliyim ki yayınları kendi mutfağımda yoğurmam bu yükü almamı ancak rahat çalışmamı sağladı.
Yirmiyedi yıldır ailesinin basım tesislerinde hazırlanan The Beacon’ın serüvenini anlatmayı burada noktalıyor sevgili Nükhet. Kendisine yayın konusundaki katkılarından dolayı bir kez daha teşekkür ediyoruz.
The Beacon ACI’dan kalacak olan bir izdir. Geleceğe uzatılan bir belgedir. Yayın Kurulu olarak önceliğimiz bu izin ne olacağına karar vermektir. Burada en önemli unsurlardan biri yaşadığımız döneme katkıda bulunmaktır. Amacımız, bu dergi aracılığıyla siz mezunlarımızla iletişim kurmak, bağları güçlendirmek,The Beacon’ı sizlerin katkıları ile yaşatmaktır. Sizi sizlerle paylaşmaktır. Bunu bugüne kadar hakkıyla gerçekleştirebildiysek ne mutlu bize!