kÜNYE

Sinema Çadırları: Mavi Kuşlar Antakya’da

Getting your Trinity Audio player ready...

Hatay’a Mavi Kuş Dayanışması‘nın gönüllülere yönelik çağrısıyla, depremin kırkıncı gününün hemen sonrasında, 19 Mart’ta gittik. Mavi Kuş Dayanışması, Documentarist – İstanbul Belgesel Günleri ve Hangi İnsan Hakları Film Festivali ekibinden gönüllülerin Çizgi Çocuk Atölyesi ve Açık Atölye ile birlikte kurduğu bir inisiyatif. Kendisi de Antakya’nın Yeşilpınar mahallesinden olan ve geniş ailesi depremden etkilenen Documentarist’ten Necati Sönmez’in bölgede kurduğu bağlantılar sayesinde Mavi Kuş, Antakya’da oldukça faal: Köy köy dolaşıyor, çocuklara yönelik görsel sanatlar, doğaçlama dans, resim ve stop-motion film atölyeleri gerçekleştiriyor. Aynı zamanda bir “gezgin sinema” gibi Mavi Kuş; çadırlara kurulan perdelerde çocuklara animasyon filmler gösteriyor. 

ACI’97 mezunu arkadaşım Enis Köstepen’in de dahil olduğu bir grup Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi olarak kurduğumuz Altyazı Sinema Dergisi ve çevresindeki dostlarla birlikte Mavi Kuş’a özellikle de film gösterimleri konusunda yardımcı olabileceğimizi düşündük. Dergiden arkadaşımız Özlem Işıl’dan bir projeksiyon aleti ve ACI’95 mezunu abim Doğu Yücel’den de arabasını ödünç alıp üç arkadaş yola koyulduk; Aylin Kuryel, Mehmet Döşemeci ve ben. 

Mavi Kuş gönüllülerinin Yeşilpınar’da kaldığı yere ulaşır ulaşmaz (burada bir konteyner ve bir de büyük çadır var, gönüllüler burada kalıyor ve her sabah çevre köylerdeki etkinliklere doğru buradan yola çıkıyor), üniversite döneminden arkadaşlarımızı gördük; Afet İçin Feminist Dayanışma grubundan arkadaşlar, Mavi Kuş gönüllülerini ziyaret ediyordu. Hatay’da kaldığımız beş gün içinde bu durum devam edecek, araya pandemi de girdiği için yıllardır görmediğimiz birçok arkadaşımız Hatay’da karşımıza çıkacaktı. İlk gözlem olarak şunu söylemeli. İstanbul’daki hayatımıza seçim odaklı gerginlikler ve depremle ilgili yeterince işe yarayamamaktan kaynaklı suçluluk duyguları hakimken; Hatay’da kaldığımız kısa süre içinde bunun tam tersini deneyimledik. Sivil toplum dernekleri, inisiyatifler, sol ve feminist gruplar arasında güçlü bir dayanışma vardı ve hâlâ da devam ediyor. 

Pek çok kişiden, etkinlikler sonrası yapılan muhabbetlerde “uzun zamandır ilk kez utanç duymadan gülüyorum” cümlesini duyuyoruz. Bu sadece bölge halkına ve çocuklara iyi gelen bir şeyler yapabiliyor olmakla ilgili bir duygu değil belki, aynı zamanda bölgedeki dayanışmayı görmekle de ilgili; yüzlerimiz ancak bir arada durarak gülebilir.

İstanbul’a döndüğümüzde, bize seçim sonrası Türkiye’ye dair biraz olsun umut veren tüm nüveleri Hatay’da gördüğümüzün, deyim yerindeyse umudumuzu besleyenin Hatay olduğunun farkına vardık: Gösterim yaptığımız Arap Alevi köylerindeki çocukları ev içi emeği erkek ve kadının paylaşması gerekliliği konusunda son derece bilinçli olmaları; Türkiye’nin geriye kalan tek Ermeni köyü olan Vakıflı’daki kadın kooperatifi, buraya feminist ve sol grupların taşıdığı yardım; Samandağ’da depremde hasar görmemiş evlerini kendilerinin inşa etmiş olduğunu gurur ve acıyla söyleyen, deprem sonrası çatlayan yollarını kendilerinin onardığını anlatan yetişkinler; çocuklara gitarlarıyla Çav Bella çalan, bize özyönetim ve sosyalist ekonominin öneminden bahseden gençler; çok kültürlü geçmişlerini, Hıristiyanlardan kültürel anlamda ne kadar etkilendiklerini ellerindeki buhurlarla anlatıp bir arada yaşamanın öneminden bahsedenler; bölgede beslenen göçmen düşmanlığına kapılmayıp “depremden sonra anladık buraya göç eden Suriyelileri” diyenler…

Bölgeye gitmeden önce sosyal medyada depremden etkilenen insanların dilinden çokça duymuştuk, devlet yok, devlet buraya gelmedi… Ama bunun ne kadar büyük ve kapanmaz bir ‘yokluk’ olduğunu insan Hatay’a gidince kavrıyor. Biliyorsunuz, 6 Şubat depremlerinin ardından 20 Şubat’ta 6,4 şiddetindeki bir deprem daha oldu. Herkes en kötü o salladı, en fazla yıkıma o yol açtı diyor; zira merkez üssü tam işte burası, Hatay’ın Defne ilçesi. 

Aynı zamanda terk edilmişliğin merkez üssü gibi burası. Yıkılma tehlikesi altındaki binaların etrafında dahi önlem alınmamış günlerce. 40 küsur gün sonra, cep telefonunun ekranından izletiyorlar bir zamanlar yaşadıkları binanın yıkılma anını. Yıkılacağını kendileri sezmişler tuğlaların hareketinden. 

Buradaki halka yönelik tek bir politika var gibi, o da insanları göçe zorlamak. Hükümet tarafından yapılacağı açıklanan yeni konutların çok azı Hataylılara ayrılmış, oysa en büyük yıkımı yaşayan kentlerden biri burası. Başka şehirlerde akrabaları olanlar onların yanlarına gitmiş ama şehri terk etmeyenler, burada kalıp yaşamı yeniden kurmaya çalışanlar da çok, özellikle de şehir merkezine göre daha az hasar alan köylerde. Hatay’ın köylerine giden tüm gönüllüler, yaşama yeniden tutunma mücadelesinde onlara eşlik ediyor. Bu mücadelede hem biz gönüllülere hem de depremden etkilenen bölge halkına en büyük şevki veren de çocuklar: Oyun oynarken, resim yaparken, iki fotoğrafı yan yana getirip stop-motion filmler üretirkenki neşeleri… Mavi Kuş Dayanışması gönülleri olarak onlarla birlikte yeni oyunlar keşfediyor, birlikte eğleniyoruz. Her gelen yanında yeni kitaplar getiriyor, çocuk çadırlarının kütüphanesi giderek genişliyor. Mavi Kuş’u duyanlar, yeni fikirlerle çıkageliyor, gidilen köylerin ve etkinliklerin sayısı artıyor; örneğin bir grup arkadaş kukla tiyatrolarını Antakya’ya, Tekebaşı’na taşıyor, bir başkası müzik grubuyla bölgeye gitmeyi planlıyor, sinemacı arkadaşlar Tomruksuyu’nun ‘sinema çadırı’nda atölyeler yapmak için kolları sıvıyor…

Yaptığımız gösterimlerden çok anı biriktirdik, bir tanesini paylaşacağım: 22 Mart akşamı Tomruksuyu-Karaçay kolektifiyle birlikte, bu kez, yetişkinler için bir gösterim yapmayı planlıyoruz. Amacımız yanımızda getirdiğimiz birkaç kısa film iler birlikte Tomruksuyulu bir sinemacı olan Ümit Güç’ün Karıncanın Ayak İzleri adlı kısa filmini göstermek. Ama gün içinde yaşadıklarımız gösterime farklı bir nitelik kazandırıyor. Ermeni köyü Vakıflı’yı ziyaret etmeden önce uğradığımız Samandağ Rum Ortodoks St. İlyas Kilisesinde belgeselci Reyan Tuvi ve Sinan Kesgin’le karşılaşıyoruz ve onları da gösterime çağırıyoruz. Sosyal medyadan depremin ilk günlerinden beri bölgede olan belgesel sinemacı Kazım Kızıl’ın hâlâ Hatay’da olduğunu öğreniyor ve onu da gösterime davet ediyoruz. Sonuçta Tomruksuyu festival alanındaki gösterim bir festival etkinliği halini alıyor. Dershaneye dönüştürülmüş çadırlarda kısa filmler gösteriyor, ardından köy halkı ve gönüllülerin katılımıyla yönetmenleriyle söyleşiler yapıyoruz. Bir an için, tüm bu insanları burada, Antakya’da buluşturanın yıkım olduğunu unutuyoruz. Yaşamı birlikte kurma itkisi her şeyin önüne geçiyor.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
More Like This
SÖYLEŞİ / INTERVIEW
Şükran Yücel ('71)

Kızıl Goncalar’da Bir ACI’lı

Geçtiğimiz televizyon sezonunun en çok konuşulan dizisi olan Kızıl Goncalar’da mezunumuz Zehra Kelleci’18 önemli bir rol üstleniyor. İlk oyunculuk deneyimini Yüzyıllık Mucize’de yaşayan Zehra Kelleci, Kızıl Goncalar’da Feyza karakterini başarıyla

DAHA FAZLASI / Read More »
FİKİR / OPINION
Basak Baran ('99)

What If I Am Creative?

The question of “What if?” is one of the core triggers of creativity. Not only considering the fields of targeted problem solving such as engineering, social sciences or design where

DAHA FAZLASI / Read More »
SANAT / THE ARTS
Raşel Rakella Asal ('69)

Gündelik Hayatın Epik Taraflarını Yakalayabilmek

Hepimizin bildiği gibi sanat sözcüğünün taşıdığı çokça anlam bulunmakta. Bu anlamlar, ciltlerce kitabı dolduruyor. İçinde bulunduğumuz dünyada iz bırakmış gerçek sanat eserlerine baktığımızda, bunların yaşamla doğrudan yakın bir bağı olduğunu

DAHA FAZLASI / Read More »