|
Getting your Trinity Audio player ready...
|
Bizim okulun öğrenci kulüpleri ünlüdür. Kişiliğimizi oluşturduğumuz, kimlik arayışları içinde olduğumuz yıllarda her yıl farklı kulüpleri dener kendimizi tanımaya çalışırdık. Hiking Club, Drama, Folklore, Braille Club, Bookmobile, Old Folks’ Home, Orphanage Club, vb. Sonraki yıllarda zamanın ruhu ve teknolojik gelişmelerle uyumlu MUN, ISTA, Junior Achievement gibi kulüpler kuruldu.
O kulüp senin bu kulüp benim gezerdik… Tabii bunların içinde sosyal hizmet kulüpleri daha önemliydi. Başkalarını düşünme, onları anlama, onlara yardımcı olma ve bunu yaparken kendimizi de eğitme. Ne de olsa okulun mottosu “Enter to learn, depart to serve” idi. Ders dışı faaliyetlere katılmak özendirilirdi. Bu katılımlardan puan alır ve mezun olurken gümüş ya da altın okul iğnesi alırdık. Benim vardı bir tane gümüş ve çok önemsemiştim.
1968 yılı önemli bir yıldı. Dünyada toplumsal çalkantıların yaşandığı, ırkçılığa, eşitsizliğe ve savaşlara karşı gösterilerin, öğrenci hareketlerinin, işçi grevlerinin yükseldiği bir yıldı. Amerika’da Vietnam savaşı karşıtı protestolar, Martin Luther King’in Memphis’te vurularak öldürülmesi, Amerika’nın aya Apollo 8 uzay aracını göndermesi, Çekoslovakya’da daha fazla özgürlük isteyen sosyalistlerin Prag Bahar’ı, Sovyetlerin Prag’ı işgali, Meksika Olimpiyatları’nda siyahi Amerikalı atletlerin protestosu, Türkiye’de Amerika’nın savaş yanlısı politikalarını eleştiren gençlerin ‘6. Filo’ya Hayır protestoları’, üniversitelerde öğrenci gösterileri, grevler… Müzikte The Beatles, Jimi Hendrix, The Rolling Stones ve Aretha Franklin, karşı kültür hareketini simgeleyen Hair müzikali…
İşte dünyada bunlar olurken 1968 ve 1969 yaz aylarında ACI öğrencileri İzmir’e yakın Payamlı köyünde Village Club olarak köylere hizmet götürmek üzere kampa giderler. O yıllarda idealisttik. Village Club ne zaman kurulmuştu, ben nasıl dahil oldum hiç hatırlamıyorum. Village Club’a katılan arkadaşlarımla ve öğretmenlerimle iletişime geçtim. Neler neler yapmışız!
1968 Haziran ayında köye giden arkadaşım Yüce’nin (ACI ’70) arşivi ve pırıl pırıl hafızası çok yararlı oldu. Yüce Kızlarağası Hanı’nın sahibi hancı dedesinin bir İtalyan müşterisinin hediye ettiği fotoğraf makinasıyla bol bol fotoğraf çekmiş ve arşivlemiş. Yüce, “Bizi Seferhisar’ın Payamlı dağ köyüne rahmetli Mr. Blake okulun o kırmızı kocaman minibüsüyle götürmüştü. (Ülay Abla söyledi adı Brigitte’ymiş) Yatmak için yer yatağı (gym’deki mattresslar benim hatırladığım) yorgan, yastık, çarşaf, giysi dolu bavul, çanta gönderilmişti. Yaz tatilinde boş olduğu için okul binasını tahsis etmişlerdi. Yataklarımızı yanyana yere serdik, annelerimizin diktiği şalvarları giydik, başımızı bağladık. Artık köy sosyal projemiz başlayabilirdi.
Her sabah şimdi briefing dedikleri kısa bir toplantıyla o gün için iş bölümü yapılırdı. Ben genellikle elimde ilk yardım çantasıyla evleri gezer, nerede yaralı bereli varsa onlara ilk yardımı yapardım. Gerekirse de doktora yönlendirir ve ana-çocuk sağlığıyla ilgilenirdim. Bir adamın odun yararken ayak başparmağı yaralanmıştı. Her gün ona pansumana giderdim. Bizden mezun jinekolog bir doktor abla da Payamlı kadınlarına doğum kontrolünü anlatmıştı. Payamlı imamının hanımı da köy kadınlarına önayak olmuş onları bu toplantıya gelmeye razı etmişti.”
Yücelerin grup ’68 yazında gitmiş. Bizim grup da ‘69 yazında. Başımızda iki tane gencecik öğretmen Ülay Abla (İngilizce Öğretmeni) ve Pınar Abla (Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni) ve biz 10-15 kız.
Nasıl bir hazırlık sürecinden geçtiğimizi de bilmiyorum. Ülay Abla anlatıyor, “Gruplara ayrılırdınız sabahleyin. Birkaç kişi köy kahvesine giderdi, güncel olayları konuşmaya, gazete haberleri paylaşmaya. Başka ikişer kişi bebekleri, küçük çocukları yıkamak için evlere giderdi. Ama onlar hemen geri gelirdi. Hiç bir kadın küçücük çocuğunu gencecik kızlara emanet etmezdi. ‘Ben daha dün yıkadım’ derlerdi. Pınar ile ben bir hafta kaldık. Bir hafta sonunda Mr. Blake okul arabasıyla gelip bizi almıştı. Yeni iki kişi gelmişti. Mr. Blake gelince onu öpeceğimi söylemiştim öyle de yaptım.”
Sanırım sonra Melek Abla ve Miss Lewis geldi. Biz iki hafta kaldık. Ülay Ablacığım zor dayanmış.
Ben akşamları erkekler köy kahvesine geldiğinde günlük gazete okuyup güncel olayları paylaşmayı seviyordum. Sabahları çocuklarla el işleri, resim, şarkı ve oyunlar faslını da seviyordum.
Ne yedik, ne içtik neler oldu o iki hafta boyunca bilemiyorum. Pınar Abla beş kilo kıyma kavurduğumuzu anlattı. Sözüm ona kıymayı kavurup azar azar yemeklerde kullanacakmışız ama kıyma kokmuş. Atmak zorunda kalmışız. Pınar Abla o kıymanın kokusunu hatırlıyor. İyi ki ben unutmuşum.
Herkesin aklında farklı olaylar kalmış. Bizim için maceraydı. Köyleri aydınlatmaya giden iyilik perileri gibi mi hissediyorduk, gurur mu duyuyorduk bilemiyorum.
Bir gece silah sesleri duyduk. Sözüm ona köylülerden birinin oğlan çocuğu diğerinin kız çocuğuna uygunsuz bir teklifte bulunmuştu. Çocuklar küçüktü ve muhtemelen oyun oynuyorlardı. Ama olay hemen namus meselesine dönüştü ve silahlar patladı. Okulun tuvaletleri dışarıdaydı. Böyle bir olay yaşayınca gece dışarı gitmeye korktuğumuz için yattığımız sınıfa bir kova koyduk tuvalet için. O korkuyu ve çaresizliği hatırlıyorum.
Bir de arkadaşlarımızdan Nesrin (ACI ‘70) Yeni Asır Gazetesi muhabirlerinden Mehmet Ali ile yakınlaşmıştı. Yeni Asır muhabirleri köye gelip fotoğraflar çekip haber yaptılar. Yeni Asır o yıllarda tirajı hayli yüksek, önemli bir gazeteydi galiba. Bizim idealist köy kulübümüzü çok iyi tanıtmışlardı. Aklımda hep “Kolejin İyilik Perileri” gibi bir başlık var. Orada harman yeri bulup samanların arasında “Köy” fotoğrafları çekilmişiz. Sonra da herkes kaşıntı olmuş. Çakma köylülük bu kadar olur tabii.
Ülay Abla ile konuşurken o akşam üzeri okulun yanındaki çeşme başına köyün delikanlılarının gelip bizi kestiğini hatırladı.
Arkadaşım Fulya (ACI ’70) bir gece “The ceiling is falling,” diye haykırışlara uyandığımızı hatırlattı. Hepimiz fırlamışız yerimizden. Bir arkadaş rüyasında bağırıyormuş.
Nesrin Delibaşı diye yakışıklı bir delikanlının bizlerin gelmesinden çok hoşnut olduğunu söyledi. Hatta gazeteciler gelince kıskanmış. Nesrin film gösterdiğimizi hatırladı. Sanırım eğitim amaçlı bir filmdi. Bir de dolma yaptığını hatırlıyor.
Biz kendimize göre çok eğleniyorduk. Payamlı Köyünün tozlu yolları, mis gibi temiz havası, keçi çanları içinde yaz tatilinin ilk günleri. Kendimi adeta bir Heidi ya da bir Çalıkuşu gibi hissediyordum.
Bu arada aynı dönem gittiğim Gülgün’e (ACI ‘71) ulaştım ve Gülgün bir resim defterine ‘Köy Defteri ’69 Yaz’ diyerek tüm köy hayatımızı fotoğraflar ve alt yazılarıyla arşivlemiş. Bir hazine bulmuş kadar sevindim. Gülgün’e inanamadım. Bir de yemek defteri gösterdi ki içinde gerdan tatlısından ekmek dolmasına kadar her şey var. Eskinin değerini bilen, güzel değerlerimizi koruyan arkadaşım benim. Onun albümünde Gülgün’ün ailesinin bizi ziyaret fotoğrafları var. Sınıf arkadaşımız Sevgin (ACI ‘70) de ziyaret etmiş bizi. Yani gelenimiz gidenimiz çokmuş.
Nisan ayında bayram için oğlum İzmir’e gelmişti. Ondan rica ettim ve Payamlı Köyüne gittik. Payamlı Revisited. 2025. Oraya gidinceye kadar evet fotoğraflar vardı ama bana orası hep hayal gibi geliyordu.
Ah, ne güzel bir köymüş. Çok tehlikeli virajlı yollardan çıktık çıktık. 550 Metre yükseklikteki köye vardık. Ne muhteşem manzara. Solda Karaburun, Ildır körfezleri sağda İzmir körfezi. Yeşilin bin tonu.
Ve okul binası duruyordu. Hala eğitim devam ediyormuş. Gözüme küçücük göründü. Okulun önündeki çeşme de duruyordu. Çok heyecanlandım ve bizleri tanıyan birilerini aradım ama zordu. Durakta (Artık Güzelbahçe’den belediye otobüsüyle ulaşılıyormuş) benden yaşlıca bir kadın gördüm. Ona sordum, hatırladığını söyledi ama bilemem.
Birbirine çok alışan öğrenciler ve köylüler ayrılırken hüzünlenmişler.
O dönemde Yeni Asır’da şunlar yazılmış.
“Hatice Nine “Payamlı’nın Gülleri” dediği kızlar gittikten sonra hayatın çok “yavan” hale geleceğini söylüyor da başka bir şey demiyor.”
Eminim hepimizin yaşamına cok katkısı olmuştur bu deneyimin.
Şimdi yine Yeni Asır’da çıkan haberlerle yapalım bitirişi. Medya ayağı eksik kalmasın.
DAĞ KÖYÜNDE KOLEJLİ “İYİLİK PERİLERİ” (Yeni Asır, 30 Haziran 1968)
Röportaj: Ahmet Yazıcıoğlu Fotoğraflar: Levent Bimen
Amerikan Koleji’nin birbirinden güzel 11 öğrencisi, İzmir’e 60-kilometre mesafedeki Seferihisar’a bağlı dağ köylerinden Payamlı’da yerleşmiş bir kötü adeti 2 gün gibi kısa bir sürede yıkmayı başarmışlardır. Yedi yaşına gelinceye kadar “sübyan” kabul edildikleri için hiç yıkanmayan bazı köylü çocuklarına kendi elleri ile banyo yaptıran Amerikan Kız Koleji Öğrencileri, Payamlı’da adeta “Temizlik ve Eğitim Seferberliği” ilan etmişlerdir.
UFAK BİR KÖY
Payamlı, Seferihisar’a 15-kilometre mesafede bir dağ köyü. Mazisi hayli eski ama, doğru dürüst yolu bile yok. Anlayacağınız, köye sadece sarp ve kayalık yollara tırmanabilecek yüksek şasili vasıtalar varabiliyor. Köy halkı orta halli.Geçimlerini bağcılık, zeytincilik ve biraz da hayvancılıktan sağlıyorlar. Köyün özelliği etrafının armut, ceviz gibi meyva ağaçlarıyla çevrili olması… Fakat 90 hane 430 nüfuslu Payamlı’da tek ebe bile yok.Bu yüzden doğum sancıları başlayan kadınlar, eşek üzerinde Güzelbahçe veya Seferihisar’a indiriliyor.
PAYAMLI KÖYÜ HALKININ “AKIL HOCASI” OLDULAR
Okul formalarını çıkarıp yerine şalvar giyen, saçlarını salıveren, ayaklarına sadece sandalet geçiren kolejliler, giyimleri ile de bir köylü kızı olmuşlardı. Belki de evlerinde ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmayan bu birbirinden cana yakın 11 kız, Payamlı’da yemeklerini sıra ile kendileri pişirmekte, bulaşıklarını yıkamakta ve hatta köylü kadınlarına temizlik işlerinde yardımcı bile olmaktadırlar…