kÜNYE

“Marifet iltifata tabidir.”

Getting your Trinity Audio player ready...

Yargı, üç sezon boyunca televizyon ekranlarının en sevilen dizilerinden biriydi. Savcı Ilgaz Kaya hukuka olan inancı, ilkeli duruşuyla hayranlık uyandıran bir karakterdi. Ilgaz, ACI yıllarında belki de çoğumuz gibi sıkıntıyla ders dinleyen, o küçük, standart sıralara sığmaya çalışan bir öğrenciydi. Onunla bir araya gelebilmek için çok uğraştık. Bu süreçte sevgili Kaan Urgancıoğlu (‘99) ile iletişimimizi sağlayan Zümrüt Hanım’a sonsuz teşekkürler.

Kaan’ın hayatının çok hareketli bir dönemiydi. Yargı’nın finali, evlilik, oğlu Ardıç’ın doğumu, Emmy ödülleri derken nihayet bir Zoom toplantısında (The Beacon web editörümüz Serpil Hanım’a çok teşekkür ederim) buluştuk. Ben çok heyecanlandım başta. Kaan da öyle… Ama konuşmaya başlayınca aynı havayı solumuş, aynı öğretimden geçmiş insanların samimiyeti ve rahatlığıyla aktı gitti sohbet. Ve Kaan sizinle…

Bildiğimiz gibi ACI’da öğrenci olanlar şu ya da bu nedenle Blake Hall sahnesine çıkmıştır, amfinin merdivenlerinden Macbeth’ten dizeler okuyarak inmiştir, sözlü sunum yapmıştır ya da Lise 4’te kısa film çevirmiştir. Geriye dönüp baktığında bugünkü kariyerinin ipuçlarını gördüğün anıların var mı? ACI’da öğrendiklerinin bir şekilde kariyerine yararı oldu mu?

Biz Macbeth’ten bir bölüm oynamıştık okulda. Ragi, Sedef, Murat ve ben sınıf arkadaşımız Derin’in babasının Narlıdere’deki restoranında, atların üzerinde bir performans yapmıştık ACI’ın ikonik hocalarından Helen Özbay’ın dersi için. Sınıf arkadaşlarımız için minibüs ayarlamıştık, gelip onlar da izlemişlerdi.

Bir de Orta 3’te Grease müzikalini izlemiş ve büyülenmiştim. Biz de West Side Story müzikalini yapmıştık lisede. Sahneye çıkma heyecanına sınıfta herkes dahil olmuştu. Sponsorlarımızı da kendimiz bulmuştuk, 360 derece yapımın içinde yer almıştık ve bu bana sonrası için de cesaret vermişti. 

Çok haklısın Kaan. İngilizce derslerinde Macbeth okununca mutlaka grup performansları yapılırdı. Sizinki oldukça cesur ve sıra dışı olmuş. Müzik öğretmeni Kadriye Bayraşa’nın yönettiği müzikaller de olay olurdu İzmir’de. Üç gün boyunca dolu salona oynardı ve dediğin gibi öğrenciler yapımın farklı aşamalarında sorumluluk alırlardı. Kadriye Hanım’ı ve müzikalleri analım burada… 

Macbeth’e dönersek Macbeth cesur, muzaffer bir askerdir. Savaş dönüşü yoluna çıkan üç cadı onu daha büyük başarıların beklediğini söyler, Cawdor beyi ve hatta kral olacağı kehanetinde bulunurlar. İyi anlamda kullanıyoruz cadıları. Sende bu oyunculuk kumaşını görüp destekleyen ve arkanda duran cadılar var mı?

Demet Akbağ… Demet Abla ve annemin ortak arkadaşları Saadet Abla. Annemin arkadaş grubu. Onlar aralarında şakalaşıyorlar. “Kaan’ı da oyuncu yap,” diyorlar. Bu arada Karaoğlan televizyon dizisi için oyuncu aranıyor. Demet Abla’ya soruyorlar. Demet Abla, “Denize girdiğim anda aklıma senin suratın geldi” diyor ve beni öneriyor. Üçüncü cadı da Meral Okay. 

Senin cadılar çok hoşmuş. Tabii annen de mutlaka hep arkandaydı.

Evet. Annemin desteği çok önemliydi. Ben ilk başta korktum, dizi sektörüne gireceğim, başrol oynayacağım. Ya kendimi kaybedersem diye endişelendim. Ne oldum budalası olur muyum diye düşündüm. Annem de bana “Senin oturmuş bir karakterin var, böyle bir şey yaşayacağını düşünmüyorum” dedi ve sırtımı sıvazladı. Onun bu sözleriyle karar verdim oyunculuğa. 

Tabii o zamanlar yirmi yaşındaydın. Ata binmesini biliyordun ve Karaoğlan için o gerekliydi. Nasıldı ilk deneyimin?

Çok zor bir projeydi. Derli toplu bir ön hazırlık yapıldı ve ilk bölüm güzel geçti. Oyuncu koçuyla çalıştım öncesinde mesela. Sonra haftada bir bölüm çekilmesi gerekti. Arada yönetmen değişikliği oldu ve sonra uyumadan çalışmaya başladık. Çok soğuk havalarda çok ince kıyafetlerle çalışmak durumunda kaldık. Zaten atlar, kılıçlar, dövüşler var. Maalesef aslında pek de mümkün olmayan bir işe soyunulmuş. Ve bir yerden sonra artık kaygılanmayı da bırakıp, ne olacaksa olsun gibi bir ruh haline girildi. 

Ama çok sağlam arkadaşlıkların kurulduğu bir süreçti ve Sümer Tilmaç beni çok destekledi. İlk günden bende ışık gördü ve çok övdü beni. “Bu sahne tozu artık senin kanına girdi. Bunu çok sorgulama, çıkamazsın bu işten” diyerek beni cesaretlendirdi.

At merakı nasıl başlamıştı?

On yaşında ata binmeye başlamıştım. Hazırlıkta kolejin transfer sınavlarına çalışırken ara verdim. Türkiye şampiyonalarına gidiyordum. Milli takıma girmeye çalışıyordum. Haftanın beş altı günü Atlı Spora gidiyordum. Sosyal hayatım oydu. 

Ne güzel bir tesadüf olmuş. Karaoğlan’dan sonra sayısız diziler ve filmlerde oynadın. Oynadığın roller arasında çok sevdiğin oldu mu? Mesela ben seni Kara Sevda dizisinde fark ettim. Orada tutkulu, takıntılı, kötü Emir Kozcuoğlu karakterinde çok iyiydin.

Emir Kozcuoğlu çok yüksek enerji gerektiren bir roldü. Kendine çok fazla baskı uygulayan yani durduğu yerde bile sürekli kalori yakan bir karakterdi. Benim de kendimi fark ettiğim bir roldü ve kendimi kanıtlamam açısından çok önemli bir mihenk taşıydı. Oynadığım rollerin hepsinin farklı bir yeri vardır bende, hepsinde farklı şeyler deneyimledim. 

Hepimiz yaşam boyu öğrenmeye inanıyoruz. Eminim sen de sürekli kendini yenileme ve geliştirme çabası içindesin. Nelerden beslenirsin? (Tabii çok iyi ekipler, oyuncular, yapımcılar, senaristlerle çalıştın).

Her şeyden besleniyoruz diye düşünüyorum ben. Hayatın kendisinden çok fazla besleniyoruz mesela, önümüze çıkan engellerden çok şey öğreniyoruz. Oyuncunun kendini tanımlaması zor bir durum. Ben şöyleyimdir, ben böyleyimdir diyorsunuz. Sonra bir karakteri canlandırıyorsunuz ve farklı bir özelliği sahipleniyorsunuz. Ve aslında bir özelliğin başka bir özellikten daha kıymetli olmadığını idrak ediyorsunuz. Bakış açınız değişiyor, yeni bakış açıları ediniyorsunuz. Yaptığınız her faaliyet hayatın içinde kalarak yenilenmenizi sağlıyor.  Seçtiğiniz roller, çalışacağınız kişiler, okuduklarınız… Sonu yok bunun ama yenilenmek tek anahtar, sürdürebilir olmak için. Değişime gelişime açık olmak gerekiyor. 

Birlikte çalışmak istediğin yönetmenler ve oyuncular var mı? Şu anda yaşamayan bir yönetmen de olabilir.

Şu an aklıma Coen Brothers geldi. Türkiye’de de çok iyi yönetmenler var, yeni nesilden de çok güçlü ve başarılı isimler geliyor. 

O zaman Coen Kardeşler’in unutulmaz filmi Fargo’yu analım ve devam edelim. Projelerini seçerken kriterlerin nelerdir?

Öncelikle senaryonun beni sürüklemesi, bitirdikten sonra da içinde yaşamaya devam etmem ve beni heyecanlandırması çok önemli. Hayata dair tespitlerinin, sözlerinin olması, daha önce izlediğimiz şeylerle çok benzerlikler taşımaması. O da benim kendi izlediğim şeylerle sınırlı kalıyor zaten. Günümüzde çok fazla üretim olduğu için bir şeylere benzememesi çok zor. Ama olabildiğince biriciklik hissi uyandırmalı bende. Sonrasında karakterin benim için hem kariyerime hem de kumaşıma uygun olup olmaması ve birlikte çalışacağım insanlar da önemli. 

İki kere Emmy dahil çok ödüller aldığını biliyoruz. Bunların içinde seni özellikle çok duygulandıran bir ödül oldu mu?

New York’ta Uluslararası Emmy Ödülleri’nde en iyi Telenovela ödülünü aldık. Ekip olarak gittik ve ödülü birlikte kucakladık. Çok güzel bir kapanış hissi oldu çünkü 2008 yılında New York’ta oyunculuk okumaya gitmiştim. Marlon Brando’nun da eğitim aldığı Stella Adler’in okulunda altı ay okuyacaktım. Oyunculuk yapacaksam teknik olarak donanımımı arttırmam gerekiyordu. Bir yandan da bir barın vestiyerinde çalışıyordum. Orada ben bir emekçiydim. Aslında o okulun konservatuar sınavını kazanmıştım. Ama seçim yapmak durumunda kaldım. Çalıştığım bar tadilata girmişti. Ferhan Şensoy’la oynadığımız Son Ders filminin galası vardı. Ben de bu bana bir işaret deyip Türkiye’ye döndüm. Daha sonra Kadir Has Üniversitesi’nde Film ve Drama yüksek lisansı yaptım. 

Yıllar sonra 2024 yılında ise New York’a uluslararası bir ödül almak üzere gittiğimde 2008’de barda vestiyerde çalışma ve oyunculuk okuma yıllarının ardından bir kapanış sahnesi gibi oldu. Perde kapandı. 

Hala çok gençsin Kaan ve çok yakışıklısın ve dizileriniz tüm dünyada tanınıyor ve bir de Ardıç var hayatında…  The Beacon okuyucularına ne söylemek istersin genç yaşında sayısız deneyim biriktirmiş biri olarak?

Kendimi çok şanslı hissediyorum. Okurken mezunlar gelirdi konuşmacı olarak ve “bu zamanlarınızın kıymetini bilin” derlerdi. Bana çok romantik gelirdi bu söylem. Güzelleme yapıyorlar gibi gelirdi. Ama şimdi ben Ardıç’ın öyle bir ortamda büyümesini çok isterim. Ve öyle bir şey olursa kendimi çok şanslı hissederim. O bakımdan bütün öğretmenlerime çok teşekkür etmek istiyorum okurların huzurunda. Ortamımız çok güzeldi. Çok sevdiğim bir söz var. “Marifet iltifata tabidir.” İltifat etmeyi bilmeliyiz.

Evet Kaan şanslıyız bizler ve bunun farkındayız. Sana da çok teşekkür ederim samimiyetin ve bize vakit ayırdığın için. Seni izlemeye ve desteklemeye devam edeceğiz.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
More Like This
KÜLTÜR & YAŞAM / CULTURE & LIFE
Doç. Dr. Fatma Nur Eriş ('77)

Kronik Hastalıklar ve Epigenetik

İnsanlar şifa peşinde. Haklı olarak, hekimlerinin çok yetkin olmasını ve her alanda kendilerine yardımcı olmalarını bekliyorlar. Acil Tıp, cerrahi ve tanı yöntemleri konusunda tıpta akıl almaz gelişmeler oldu. Ancak hekimler

DAHA FAZLASI / Read More »
FİKİR / OPINION
Prof.Dr. Heves Özyılmaz ('77)

Akış

Getting your Trinity Audio player ready… Mutluluğu hepimiz farklı bir yaşam doyumu ile ilişkilendiririz. Sadece psikologlar, sosyologlar, filozoflar değil, her birimiz kafa yorarız bu konuya ve her birimizin de farklı

DAHA FAZLASI / Read More »