İnsanlar şifa peşinde. Haklı olarak, hekimlerinin çok yetkin olmasını ve her alanda kendilerine yardımcı olmalarını bekliyorlar. Acil Tıp, cerrahi ve tanı yöntemleri konusunda tıpta akıl almaz gelişmeler oldu. Ancak hekimler kronik hastalıklarda çaresiz kalabiliyorlar. Farklı hastalıklar aynı belirtilerle karşımıza gelebiliyor.
Kronik hastalıklar, altta yatan sessiz, sinsi veya aşikar enflamasyon sonucu gelişir. Enflamasyon aslında vücudun savunma mekanizması olsa da, bağışıklık sisteminin dengesi bozulduğunda, içten içe bir YANGIN yayar. Nelerle ve ne kadar beslendiğiniz, ne kadar egzersiz yaptığınız önemli olup, gerçekte bunlar enflamasyonu yöneten başlıca faktörlerdir. Bizlere satılan, ileri derecede işlenmiş, besleyici öğelerden fakir gıdalar, bizi beslemediği gibi, doğru genleri kapatıp yanlış genleri açarak biyolojik sistemimizi kaosa sürükleyebilirler.
Kronik hastalıklarda ‘Ömür boyu bu ilacı kullanacaksınız’ demek çözüm olmadığı gibi, sürekli kullanılan ilaçların yan etkileri de yüksek olabiliyor. Hastalar yoğun arayış içine düşebiliyorlar. Modern Tıp alanında çalışan hekimlerin çoğu, alternatif yöntemlere inanmayarak, onlara verilen klasik tıp eğitimine gerçek bir sadakat gösteriyorlar. Alternatif yöntemlerin farklı farklı olması, hastaları doğru yöntemi seçmek konusunda zor durumda bırakıyor. Üstelik kanıta dayanmayan alanlarda kötüye kullanım söz konusu olabiliyor.
Bedenin zekasını bilen hekimler, hasta olan bedenin iyileştirme gücüne de sahip olduğunu bilirler. Hastalık semptomları, bedenin bize yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu bildirme yoludur. Örneğin, ağrı çok kıymetli bir mesajdır. Yani akıllı beden hem şifacı hem de mesajcıdır. Hekim, hastanın sadece bir bedenden ibaret olmadığını, ruhsal ve zihinsel bir bütün olduğunu görebilendir. Hekime kendini teslim etmek hüner değildir. Asıl amaç, kişinin kendi sağlığının kontrolünü kendi eline alması ve doktoru ile sıkı bir işbirliğine girmesidir.
Bu yazıda sizlere ne gıda teröründen, ne antibiyotik direncinden, ne endüstriyel tıptaki gelişmelerden, ne de bugün artık geldiğimiz noktada glutenin, şekerin hatta aşırı hormon ve antibiyotik yüklü inek ürünlerinin nasıl zehir haline geldiğinden bahsedeceğim. Sadece, unutulan temel konulara en başından değinmek isterim. Birlikte, ‘neden hastalanıyoruz?’ sorusuna bir cevap aramaya çalışacağız. Nedenleri bilmek, bizi çözüme ulaştıracaktır.
Hastalık nedenlerinin ne kadarının ‘psikolojik’, ne kadarının ‘moleküler’ olduğu, güncel bir tartışma konusudur. Hücre üzerinde çalışanlar bilirler; hücrenin hastalığı, temelde, organik tuzların, minerallerin kaybından oluşur. Bununla beraber, insanın bugün artık ölçülebilen enerjisel bir bedeni de vardır. Ancak, hastalıklar en alttaki fiziksel bedende ortaya çıkar. Örneğin, piercing veya dövmelerle, enerji meridyenlerinde blokaj oluşturmak söz konusudur. Şarkı söylemek ise üst bedenin enerjisini çok olumlu aktive eder.
Epigenetik etkenler, moleküler ve psikolojik olarak ikiye ayrılır. Bu etkenler DNA’mızdaki en zayıf halkaya ulaşır, orada zincir kopar ve hastalıklar başlar. Tabii bu kadar basit değil, kaskadlar ve sayısız yolaklar da vardır. Sağlığınızı korumak için hangi seçimleri yapmanız gerektiğine kinezyolojik testler kullanarak karar verebilirsiniz. Bunlar spesifik olarak sizin neye ihtiyacınız olduğunu sorgulayan sistemlerdir ve her hasta kendine özgüdür.
İşe, bebek ve çocuk sağlığından başlamak gerekiyor. Gebelikte negatif bakiyede olmamak için almanız gereken besinlerin listesi uzundur. Gebe kalmadan önceki dönemde, beslenmeye ve besin desteklerine çok önem vermek gerekir. Bu dönemde, hem anne hem babanın, metilasyon ve epigenetik özellikler açısından hücresel düzeyde sağlıklı bir yumurta ve sperm geliştirecek formda olmaları, bebeklerinin geleceği açısından önemlidir.
Her yaştaki kişiler için vazgeçilmez sağlık önlemlerini de bir kaç ana başlık altında değerlendirebiliriz.

TOPRAKLANMAK
Yeryüzünün üstü elektrondan zengin, içerisi proton yüklüdür. Bu nedenle, toprağa çıplak ayakla basmak önemlidir. Stresin nötralizasyonunu, kan akışkanlığını, topraklanmak sağlar. Spor ayakkabılarınız, bu yaşamsal alışverişinizin blokanlarıdır. Gerçekten sağlıklı olan ayakkabılar, kösele olanlardır. En yüksek seviyede, şelale kenarlarında topraklanabilirsiniz. Yüzmek, kumsalda çıplak ayakla yürümek, çimlere basmak da şifa kaynağıdır. Aksini iddia edenlere aldırmayıp, doğada bol bol çıplak ayakla yürüyünüz.
CANLI SU
Kaynak suyu içmeliyiz. Su, poliüretan polietilen kaplarda değil, cam kaplarda taşınmalı ve saklanmalıdır. İçtiğimiz su, hücre içine mutlaka girmeli, dolaşımdan hemen mesaneye gidip atılmamalıdır. Bir küçük tüyo; öğleden sonra 3 ile 7 arasında daha bol su içiniz.

ALKALİNİZASYON
Alkali ortamda dejeneratif hücre gelişemez. Bu nedenle, limon ve ev sirkesini hayatımızdan eksik etmemeliyiz. Bu görüşü bir adım öteye taşırsak, başta limon ve zeytin olmak üzere, ağaçlarımızı korumak için seferberlik yapmalıyız. Doğada vakit geçirmek, sağlığımıza önemli katkılar sağlar. Örneğin, trafikte çokça vakit geçirmek asit ortam yaratır, ormanda zamanı değerlendirmek ise alkali ortam yaratır. Asitlenme ve alkalinizasyon üzerine bir başka örnek de şu olabilir: Sağlıklı kilo vermek için önce asitlenme tedavi edilmelidir. ‘Metabolizmam yavaş çalışıyor’ diyen kişilerin, önce asitlenmeden korunmaları gerekmektedir.
NEFES
Alkali nefes diyeceğim. Yaşadığımız bu deniz seviyesinde, bu rakımda, yoğun elektromanyetik dalgalar altında yapabileceğimiz en değerli meditasyon, nefes meditasyonudur. Nefes, en kıymetli detoks aracımızdır.
ELEKTROMANYETİK DALGALAR
Gözle görünmeyen bu dalgalar, sağlığımızı ciddi anlamda tehdit ediyor. Teknolojinin gelişmesi, özellikle bu konuda, sağlığımız açısından hiç iyi değil. Titreşimsel parçamız ya da frekansımız düşünce, hastalıklar başlıyor. Uykudan önce telefonlarınızı mutlaka kapatıp uykudan en az 1 saat önce mavi ışıktan uzaklaşmalısınız. Uyku sağlığı başlı başına temel bir konu.
KENDİNİ SEVMEK
Kendini seven insanlar, başkalarının çok fazla onayını beklemeden yol alan kişilerdir. Kendini sevmek, öncelikle, kendi karanlığın ile yüzleşmeği gerektirir. Zodyakta buna ‘Satürn’ünü tanımak’ deniyor. Kendini sevmeyip, kendine inanmayan hastalar, bedenin kendi tamir mekanizmasına izin vermedikleri gibi, terapiste inanmak ve güvenmek gibi placebo etkilerden de faydalanamıyorlar maalesef.
BAĞIRSAK FLORASI
Hipokrat, “Hastalığı iyileştiremiyorsanız, bağırsaklara bir bakın” demiştir. Bağırsaklarımız, gerek epitel hücrelerinin seçiciliği, gerek mikrobiyotası ile son derece önemli olup, zihin detoksu ve zihin sağlığında, pek çok kronik hastalıkta, dikkat noktamızdır. Beslenme yetersizliği, gıda alerjisi, metal toksisitesi (sıklıkla cıva ve kurşun) bellek sorunlarına, dikkat eksikliği bozukluklarına, otizm spektrumundaki çocuk hastalıklarına sebep olabilir. Birkaç aylık eliminasyon diyetleri geçici çözüm getirse de, bağırsak florası yaşamsal disiplin gerektirir.
Sağlık için disiplin dedik, bilgi dedik, çevre dedik, bunların yanı sıra önem vermemiz gereken (belki de en önemli) etken ile yazımızı sonlandıralım: sevgi dolu bağlar kurmak. Stres, anksiyete ve panik atak, günümüzde görülen en yaygın sağlık sorunları olup, pek çok fiziksel hastalığın da tetikleyicisidir. Bunların üstesinden gelebilmek ve sağlığımıza olumlu anlamda doğrudan etki eden yüksek bir bilinç seviyesine kavuşabilmek için sağlıklı ve sevgi dolu bağlar kurmaya önem vermeliyiz.
1977 mezunumuz Do. Dr. Fatma Nur ERİŞ; İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji uzmanıdır. İzzet Baysal Bolu Abant Üniversitesi’nde ve Kapadokya Üniversitelerinde öğretim üyeliği yapmıştır. Pandemiden bu yana Bütüncül Tıp, Fonksiyonel Tıp alanlarında çalışmalar yapmaktadır. Astroloji, Refleksoloji, Aile Dizimi, Biorezonans, Homeopati, Fitoterapi; Ayurveda, Toksikoloji, Nefes Koçluğu, Kinestoloji , Faradarmani gibi çok sayıda Tamamlayıcı Sağlık eğitimleri vardır.