kÜNYE

İdil Karşit (’08)  ile Dijital Habercilik Üzerine 

ACI mezuniyetinden sonra yollar nereye gitti? Üniversite, iş hayatı…

ACI mezuniyetimden sonra birkaç yıl özel sektörde, kurumsal iletişim alanında çalıştım. Ancak kurumsal hayat bir zaman sonra beni tatmin etmemeye başladı ve istifa ettim. Hem Türkiye’de hem de dünyada çalkantılı bir donemdi. Gazetecilik öğrenmek istediğimi söyleyerek benim gibi ACI mezunu olan Pınar Ersoy’un kapısını çaldım. Pınar, o dönem Cumhuriyet gazetesinde dış haberler müdürüydü. Gönüllü olarak gazeteye gidip gelmeye başladım. Bir yandan da Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nda proje sorumlusu olarak çalışıyordum. Birkaç yıl hem sivil toplum hem gazetecilik alanında çalıştıktan sonra, City University of London’da uluslararası gazetecilik yüksek lisansı yaptım. Mezuniyetimin hemen ardından ise BBC için bir belgeselde çalışma fırsatım oldu. Bir yıl kadar süren, meşakkatli fakat çok zevkli bir maceraydı. 

Şu anda yaptığın iş? 

Su anda CNBC’nin Londra bürosunda multimedya muhabiri olarak çalışıyorum. Ekonomi, sağlık ve uluslararası siyasetle ilgili konularda dijital videolar hazırlayıp sunuyorum. 

Sağlam bir MUNci olduğun malum. ACI yaşamında neler, kimler sana yol gösterdi, yön verdi?

MUN kesinlikle benim için çok özeldi. Matematiğe maalesef pek kafam basmıyordu. Ama Didem Hanım uluslararası ilişkilere, tarihe, siyasete olan ilgimin farkındaydı. Beni çok yüreklendirdi ve yönlendirdi. ACI’da ders dışında vakit harcadığım etkinliklerin, hayatıma en az derslerde öğrendiklerim kadar katkısı olmuştur. Sahneye çıkıp sunuculuk yapmak, kısa filmler çekmek, sunum yapmak, bir şeyler yazıp, çizmek. Bunların hepsi, hiç kuşkum yok ki daha iyi bir muhabir olmama yardımcı oldu.

“Habercilik, büyük bir ciddiyetle, bazen zaman kaybetmeyi göze alarak, her şeyi titizlikle teyit ederek ve herkese eşit yaklaşarak yapılması gereken hassas bir is. Bu işi yapanlara büyük sorumluluk düştüğü gibi, izleyicinin de gözlerini hep açık tutmak durumunda olduğu ilginç bir dönemdeyiz. Bir yerlerde iyi gazetecilik hala ve her şeye rağmen yapılıyor.”

Habercilik her zamankinden ya da her zamanki kadar önemli. Çok fazla da dezenformasyona maruz kalıyoruz. Bu alanda örnek aldığın kişiler var mı?

Mümkün olabildiğinde şeffaf, bağımsız bir kamu yayıncılığının bir demokrasinin can suyu olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan BBC tecrübesi benim için öğretici oldu diyebilirim. Habercilik, büyük bir ciddiyetle, bazen zaman kaybetmeyi göze alarak, her şeyi titizlikle teyit ederek ve herkese eşit yaklaşarak yapılması gereken hassas bir is. Bu isi yapanlara büyük sorumluluk düştüğü gibi, izleyicinin de gözlerini hep açık tutmak durumunda olduğu ilginç bir donemdeyiz. Bir yerlerde iyi gazetecilik hala ve her şeye rağmen yapılıyor. Türkiye’de Bahadır Özgür, Tolga Şardan, Gökçer Tahincioğlu gibi çok iyi araştırmacı gazeteciler var. İşlerini büyük bir ilgiyle takip ediyorum. Yeni medyada ise Fayn Studio’yu çok başarılı buluyorum. 

Haber yaparken vurularak öldürülen Filistinli gazeteci Şirin Ebu Akile’nin ülkesinde birçok çocuğa örnek olduğu malum. Yaptığınız iş kolay değil. Hangi konularda haberciliği yeğliyorsun?

Benim haberci olmak istememin nedeni, aslında çok basitçe, bir ise yaramak, topluma bir fayda sağlamaktı. O yüzden şimdi hangi konuyu ele alırsam alayım, bu konudan haberdar olunca insanlar ne öğrenebilir veya nasıl bir fayda sağlayabilir diye düşünüyorum. Şirin Ebu Akile gibi insanlar olduğu sürece hakikatin her zaman bir şansı olacaktır diye düşünüyorum.

İngiltere’de (Londra) yaşamak, oradan Türkiye’ye bakmak nasıl?

İngiltere, dünyadaki pek çok yer gibi birçok sorunla boğuşuyor. Ancak yine de canlı bir medyası ve zengin bir demokratik tartışma ortamı var. “Tabloid” dediğimiz büyük puntolu basılı gazeteler, BBC gibi meşhur bir kamu yayıncısı, The Guardian, Financial Times gibi köklü yayınlar var. Çeşitlilik ve çok seslilik. Gücü elinde bulunduranları sorumlu tutmak. Hesap verilebilirlik. Zaman zaman unutulduğunu düşündüğüm bazı demokratik prensipleri burada canlı görmek benim için etkileyici. Aynı zamanda da Türkiye medyasının açmazlarını düşündürüyor.  

Dijital habercilikle ilgili ne söyleyebilirsin?

Dünya, yeni teknolojilerin hem bambaşka imkanlar doğurduğu hem de eskiden beri bildiğimiz bazı şeyleri tamamen yok ettiği ilginç bir ayrıma geldi. Bundan birkaç hafta önce muhabiri olduğum televizyon kanalında bir toplantı yapıldı ve yöneticilerden biri herkese bu aralar ne tip medya içerikleri tükettiklerini sordu. Pek çok farklı yanıt gelmişti. Netflix gibi dijital platformlar, YouTube içerikleri veya podcastlerden bahsedildi. Toplantı odasındaki hiç kimse, her birimiz bir televizyon kanalı için çalıştığımız halde, geleneksel anlamda karasal yayın yapan bir televizyon kanalından söz etmedi. Her birimizin maaşının hala televizyondan gelen reklam gelirleri sayesinde ödendiği düşünülürse ilginç bir durumdu. 

Bundan yaklaşık on sene önce, dünyada herkes dijital bir dönüşümden bahsederken televizyon kanalları, haber merkezleri ve medya kuruluşları telaş içinde treni nasıl yakalayacaklarını düşünüyordu. Büyük umutlar ile yeni dijital ekipler kuruldu, yatırımlar yapıldı. Dijital platformlar söz gelimi bir altın çağ yaşıyordu. Büyük sinema stüdyoları “stream” platformları kuruyordu, arşivler dijitalleştiriliyor, dijitale özel yeni diziler ve filmler çekiliyordu. BBC gibi eski çınarlar bile muhabirlerini “TikTok stili” yayıncılık yapmak için teşvik ediyordu. Gelecek buradaydı. Keza bireyler için de içerik üretmek ve bir izleyici kitlesine ulaşmak artık çok daha kolaydı. Bir stüdyoya veya dağıtım kanalına ihtiyaç yoktu, bir YouTube kanalı açmak yeterliydi. Bu işin sonunda maddi gelir hatta şöhret bile mümkündü. Tüm bunlar yaşandı da. 

Ancak 2023’e geldiğimizde, dünya her zamankinden daha karmaşık görünürken, bir başka gelişme daha yaşandı. İçeriği üretmenin kolaylığı aynı zamanda bir saturasyon yaratmıştı. Herkes dijitale dizi yapıyor, tüm geleneksel medya kanalları YouTube videoları çekiyordu, herkes içerik üreticisi olmuştu. Ve herkes tek bir şey için, çağımızdaki en kıymetli emtialardan biri için rekabet ediyordu: seyircinin dikkati. 

Günümüzde izleyicinin dikkat suresi birkaç dakikanın dahi altına düşmüş durumda. Peki herkesin bir medya üreticisine dönüştüğü, bir okyanus dolusu içeriğin her an tüketilebilir olduğu bir dünyada izleyicinin dikkati nasıl çekilecek? En başta televizyoncuların iyi bildiği klasik taktikler uygulandı. Daha sansasyonel, daha kısa, daha komik, daha ilginç, daha gürültülü. Ama eninde sonunda rekabet kızıştı; dijital medya bir çıkmaz içine girdi. Ve uzun zamandır tartışılmayan bir kavram yeniden gündeme geldi: kalite. 

Basılı yayının giderek küçüldüğü, artık neredeyse kimsenin gazete almadığı bir dünyada, New York Times gazetesi dijitalleştirdiği ve üyelik modeli ile sürdürdüğü yayıncılığı ile her sene kar ediyor. NYT’nin ulaştığı başarı pek çok haber merkezinde konuşulmaya devam ediyor. Sektörde pek çoklarına göre başarının sırrı içeriğin özgünlüğü ve kalitesi. 

Ortaya çıktı ki, son derece türbülanslı günlerden geçen dünyamızda, savaşlar, salgın hastalıklar ve çatışmalar kitleleri etkilerken, insanlar bir kez daha kaliteli, güvenilir, teyit edilmiş bilgiye ulaşma ihtiyacı duydu. Medya kuruluşları ise biçime ve formata verdikleri önemi üretilen metanın kalitesine ve içeriğine de göstermeleri gerektiğini geç de olsa fark ettiler. 

Şimdi dijital çağda yeni bir yarış başladı, orijinal, özgün, kalabalığın içinden sıyrılabilen, kaliteli içeriği kim üretecek? Gelecek yıllarda dönüşümün sancıları sürecek, yeni teknoloji şirketleri yeni içerik biçimleri bulacak, belki bazı medya kuruluşları yapay zekâ ile içerik üretmeye odaklanacak. Ancak endüstrinin tekrar tekrar tanık olduğu bir gerçek var: içinde yaşadığımız dünyada sahici ve kaliteli bilgiye her zamankinden daha çok ihtiyaç var ve bu bilginin her zaman alıcısı olacak.

Sence bu kalite ve özgün içerik nasıl sağlanır? Mümkün mü? Yazı ve resim… Yazıyı unuttuk sanki…

Bana göre, kaliteli ve özgün içerik elde etmenin yegâne yolu bu işi gerçekten yapmak istemeniz olabilir. Yani, yürekten insanlara bilgi ulaştırmak, bir hikâyeyi anlatmak, bir şeyi hatırlatmak istemeniz. Elbette, işin teknik boyutunda birçok yenilik var. Denenebilecek yeni içerik formatları var. Ama özünde her şey, anlatacak bir hikayenizin olup olmadığıyla ilgili.  

 

Neden bahsetmek isterdin mezunlara, okuyanlara? Senin aklına gelen benim aklıma gelmeyen konular olabilir ama dijital dünyada yaşamak ve bu dünyayı unutmak konusunda mı yazmalı? Biraz da insanlara belirli değerleri hatırlatmalı…

Benimkisi pek geleneksel olmayan bir kariyer hikayesi. Ama hayata ucundan dokunan bir iş yapabildiğim için her gün şükrediyorum. Sevdiğim işleri yapmaya çabalarken, bana yol gösteren pek çok ACI mezunu ile tanıştım. El vermenin, mentorluğun ve dayanışmanın çok değerli olduğuna inanıyorum. ACI gibi köklü bir çınarın bir yaprağı olduğum için de özellikle çok gururluyum. 

Çok teşekkürler İdil. Senin gibi habercilerin yolu açık olsun.

 

İdil Karşit (’08) ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi yayına hazırlarken, Fayn Stüdyo ile yapmış olduğu “Fetih Boğaziçi” belgeselinin Küresel Araştırmacı Gazetecilik Ağı (Global Investigative Journalism-GIJN) tarafından 2023’te Türkiye’de yapılan en iyi araştırmalardan biri seçildiği haberini aldık. 

İdil’i tebrik ediyor ve başarılarının devamını diliyoruz.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
More Like This
KOLEKTİF HAFIZA / COLLECTIVE MEMORY
Nükhet İzmiroglu ('71)

1969’dan Bir Gezi

Kolej’in birkaç günlük yurtiçi gezileri olurdu. Gezmeye, yeni yerler görmeye çok meraklı ben, bu gezilere katılarak Türkiye’nin birçok yerini görme fırsatını elde ettim. En büyük kazancım ise Türkiye’nin batısından doğusuna,

DAHA FAZLASI / Read More »
SÖYLEŞİ / INTERVIEW
Bahar Vardarli ('68)

MECOR’da bir ACI’lı Bir Başkan

Bizim Dipnot Kitap kulübümüze üye olduktan sonra tanıdığımız ve ilk günde oluşan hayranlığımızın zaman içerisinde daha da arttığı Özge’miz (Prof. Dr. Özge Yılmaz’94) şimdi de bizlere duyurduğu onur verici bir

DAHA FAZLASI / Read More »
UNUTMAYACAĞIZ / WE WON'T FORGET
Fırat Yücel ('97)

Sinema Çadırları: Mavi Kuşlar Antakya’da

Getting your Trinity Audio player ready… Hatay’a Mavi Kuş Dayanışması‘nın gönüllülere yönelik çağrısıyla, depremin kırkıncı gününün hemen sonrasında, 19 Mart’ta gittik. Mavi Kuş Dayanışması, Documentarist – İstanbul Belgesel Günleri ve

DAHA FAZLASI / Read More »