|
Getting your Trinity Audio player ready...
|
Bugün size başarının derin bir eylem olduğunu kanıtlayan kişisel gelişim, evrensel enerji ve zihin eğitimi konusunda çalışmalarda bulunan, psikoloji, kişisel gelişim ve spiritüel öğretileri aynı çatı altında buluşturan Heves Özyılmaz’dan (‘77) söz etmek istiyorum.
Heves Özyılmaz’ın bizlere örnek olan hikayesini kendi potansiyelini gerçekleştirme arzusu ile 47 yaşında üniversite eğitimine adım atan bir insanın bir eğitim yolculuğu olarak değil Heves Özyılmaz’ın, zamana, hayata ve insanın kendine dair yazdığı sessiz ama derin bir bildiri olarak yorumluyorum. O, toplumun “artık geç” dediği bir yaşta “hiçbir şey için geç değil” diyerek yola çıkmıştı. Yaşı ne olursa olsun gelişmeye devam etmeyi seçmiş, güçlü bir irade ve kararlılık göstermişti.
Ve başarı adım adım onu takip etti. Yenigün gazetesinde köşe yazıları ile sesini duyurdu. Ardından ses getiren ve ard arda yayınlanan (Biz Evreniz, Ben Evrenin Parçası) deneme kitaplarıyla karşımızdaydı. Bu, hayallerine yeniden inanan bir yüreğin zaferiydi. Her “yapamazsın” sözünü arkasında bırakıp, her adımıyla “ben buradayım” diyen bir ruhun dirilişiydi.
Heves Özyılmaz’la bu konuda çok aydınlatıcı bir söyleşi gerçekleştirdik. Sözü ona bırakıyorum.
Kişisel gelişim, spiritüel bilgiler ve psikolojiye olan merakın, ilgin ne zaman ve nasıl başladı?
Aslında çok küçük yaşlardan itibaren, bildiğimiz her şeyin ötesinde, gözle görünmeyen ancak varlığına kesin olarak inandığım bir başka gerçeklik olduğunu düşünürdüm. Ruhumun derinliklerinde hissettiğim, kalıplaşmış dogmalarla dolmayan bir boşlukla beraber, sorgulayan ve tatmin olmayı dileyen bir zihnim vardı. Bu boşluk, spiritüel bilgilerin, mistisizmin ve bilimin açıklayıcılığı ile birleşerek bir anlam kazandı. Kendi içimdeki bütünlük, kendime özgü yollarla, hem bilimin sunduğu objektif bilgiler ve hem de spiritüel öğretileri harmanlayabildiğimde tamamlandı.
Hepimizin bildiği gibi hayatımızda önemli dönüm noktalarımız oluyor. Bazı durumlarda önemli kararlar almak durumunda kalıyoruz. Ama gelin görün ki vermemiz gereken kararları almayı erteleyip duruyoruz. Tüm korkularımızı ve blokajlarımızı aşabilmek için neler yapabiliriz?
Önümüze çıkan engeller, blokajlar ve erteleme davranışımız genellikle bilinçaltındaki korkularımızla, değersizlik inançlarımızla ve mükemmeliyetçilik duygumuzla yakından ilgili. Bu durumu aşmak, öncelikle ertelemenin arkasındaki asıl duyguyu fark etmemiz ve onu tanımlamamız ile mümkün olabilir.
Öncelikle ‘Şu an ne hissediyorum?’ ‘Korku mu, başarısızlık endişesi mi, yetersizlik hissi ya da belirsizlik duygusunun verdiği rahatsızlık mı beni durduruyor?’ diye kendimizi sorgulamamız gerekiyor. Bu soruları kendimize sormamız, önümüzdeki engelin gerçek nedenini görünür kılabilir. Duygumuzu bastırmak yerine onu kabullenmek, üzerimizdeki baskının etkisini azaltabilir. Duyguları tanıdığımızda onu inkâr etmek yerine kabullenmek, onu daha rahat yönetebilmemizi sağlar.
Yenigün gazetesindeki köşe yazılarını topladığın “Ben Evrenin Parçası” ve “Biz Evreniz” kitapları bu konuda aydınlatıcı bilgiler içeriyor. Bu okumalarımdan öğrendiğime göre bilinçaltı hepsini kayıt altına alıyor. Aynı bir bilgisayarın hard diski gibi. Biz farkında olmadan dil kalıpları oluşturuyoruz. Mesela kodlar “Benim hiç şansım yoktur” veya ben “sakarım” gibi. Bu yerleşmiş düşünce kalıplarını nasıl dönüştürebileceğimizi anlatabilir misin?
Bu kalıpları tabii ki dönüştürmek mümkün. Henüz savunmasızken öğrendiğimiz: Terkedilme, güvensizlik, duygusal yoksunluk, sosyal izolasyon, bağımlılık, değersizlik, başarısızlık, boyun eğicilik, yüksek standartlar veya haklılık şemalarımız olabilir. Kendimize bazı sorular sorarak başlayabiliriz. ‘Bu his bana nereden geliyor? İlk ne zaman böyle hissetmiştim?’ gibi sorular bizim bastırılmış duygularımızla temas etmemizi sağlar. Bu şemaları dönüştürmenin ilk durağı onları fark etmektir. Sonrasında artık bu inancı sorgulamak gerekir.
Bazı kötü alışkanlıklarımıza sıkı sıkıya tutunuyoruz. Kişinin bu ısrarı altında ne yatıyor, onu ne engelliyor?
Kötü alışkanlıklar kısa vadede bir ihtiyaç karşılıyor her şeyden önce. Bir rahatlama, güvenlik hissi ya da bir boşluk doldurma gereksinimi, buna neden oluyor olabilir. Sonuçta bu alışkanlık ile veya onun aracılığı ile mutlaka duygusal ya da fizyolojik bir ihtiyaç gideriyor, o nedenle de sıkı sıkıya tutunuyoruzdur. Zamanla da bu alışkanlık bir parçamız olmuştur. Kendimizi bu şekilde tanımlamaya başlar, bu durumu kabulleniriz. Artık değişmek sanki kimlik duygumuzu sarsacakmış gibidir. Hatta değişim korkutucu ve tehdit edici bir hale gelmiştir. Yeni ve sağlıklı bir davranış modeline geçmek bilinmezlik barındırdığı için, güvenli değildir bizim için. Diğer yandan beyinde, ödül sistemi devrede olduğu için, her kötü alışkanlığın da bize haz verdiğini düşünürsek (örneğin: sigara içmek, aşırı yemek, sosyal medyada kendini kaybetmek), beyin bu hazzı tekrar tekrar ister. Uzun vadede göreceği zararın yerine kısa vadedeki hazzın cazibesine kapılır. Artık bu kötü alışkanlık bizi zapt etmiştir. Bir nevi öğrenilmiş çaresizliktir.
Kişiyi harekete geçirmekten alıkoyan, bazı blokajların temizlenmesi nasıl yapılıyor?
Öncelikle bu blokaja neden olan kök inancın farkına varmak gerekir. Bu inanç bana kimden geldi, nereden geldi? Bu bir evrensel gerçek mi yoksa, benim geçmiş deneyimimin bir ürünü mü? Bugün yetişkin halimle bu örüntüyü yeniden değerlendirdiğimde akılcı mı, makûl mü? Sonrasında, bakmak gerekiyor, bazı blokajlar duygusal birikimlerle beslenirler. Bu nedenle hissetmeye izin vermek ve duyguyu bastırmak yerine gözlemlemek gerekir. Nefes teknikleriyle, oto-hipnoz yaparak, kendine telkin cümleleri ile, meditasyon ve yoga yaparak, yazarak ya da profesyonel yardım alarak duygusal yükü boşaltmaya çalışmak önemlidir. Büyük değişiklikler yerine, küçük adımlarla değişimi başlatmak daha akılcıdır. Beyin, küçük riskleri yönetebildiğini gördükçe kendine güveni artar, eski blokajlar zamanla çözülmeye başlar.
Psikoloji, kişisel gelişim ve spiritüel öğretileri harmanlayan bütüncül bir bakış açısı sunuyorsun yazılarında, tüm bu alanları nasıl dengeliyorsun?
Aslında hiçbir bilim tek başına sorularımıza cevap değil. Multidisipliner bütüncül bir bakış açısı gerekli. Psikoloji, sosyoloji, felsefe, tarih, antropoloji, dinler tarihi, mistik bilgiler ve daha pek çok sosyal bilim iç içe. Hatta astronomi ve astroloji. Ben astrolojinin de çok önemli bir kaynak olduğunu düşünüyorum. Belki de doğarken cebimize konmuş bir yaşam kılavuzu gibi. Olacakları değil de olasılıkları gösteren bir kaynak. Dolayısıyla ben yazılarımda psikoloji bilimini temel alsam da diğer pek çok disiplinle ve özellikle mistik bilgilerle harmanlıyorum, ancak bu şekilde bir anlam ifade ettiğini düşünüyorum. Bu alanları dengelemeye çalışsam da daha hep çok yolum varmış gibi hissediyorum…
A.C.I.’daki eğitiminin sana nasıl katkıları oldu?
Olmaz mı hiç? ‘Lunch’ sonrası her öğleden sonra girdiğimiz ‘library’ lerde o kitaplara dokunmak, o havayı solumak, kitap seçip ödünç alıp, iade edip, tekrar almak, onlarla proje ödevleri yapmak (book report), bunlar benim ilk okuyup öğrenme heveslerimi kamçılayan okul aktiviteleriydi. Okulumuzun kıymetini ben sonradan anlayanlardanım. Gerçekten çok şey kattı. Araştırma, sorgulama ve öğrenme ruhunu bana ACI verdi. Tüm yaşayan yaşamayan öğretmenlerime ve ACI ya sonsuz teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Bu da yine çok şanslı hissettiğim bir konu.
Çok teşekkür ediyorum bu güzel sohbet için.
Ben çok teşekkür ediyorum. Böylelikle sevgili Beacon çatısında, aynı frekansta olduğumuz birçok arkadaşımıza ulaşma şansını yakalamış oldum.