Kimimiz olağan işlerimizle meşgul bir şekilde dünya hızında, kimimiz hayal dünyasında ışık hızında, kimimiz de olduğumuz yerde kendi çevremizde dönüp duruyoruz. Kimimiz ise, dünya hızından biraz daha hızlı gidebilmek, zamana yön verebilmek ve değişimi yakalayabilmek için uçağa atlayıp farklı diyarlarda soluğu alıyoruz. Paulo Coelho’nun Simyacı’sı gibi önce dünyayı tanımaya çalışıyor ve daha sonra dönüp dolaşıp kendi özümüze dönüyoruz. Havaalanlarında başlayan check-in’ler bazen hayatımızdaki check-in’ler ile devam edebiliyor.
Kopenhag’a gidenler bilir, havaalanına iner inmez yerlerin laminantlarla kaplı olduğunu fark edersiniz. Sanki ayakkabılarınızı çıkarmak isteyeceğiniz bir ev sıcaklığı karşılar sizi. Ancak ne yazık ki, o sıcaklığı insanlarında veya havasında bulamayabilirsiniz. Her gün değişen havasında hasta olmamak için ilk tavsiyem, Seven Eleven gibi küçük marketlerde bulabileceğiniz ginger shot’lardan almanız. Zencefil, elma ve limon karışımı minik şişelerde tek içimlik shot’lar. Bildiğiniz tekilanın sağlıklı versiyonu, ve alkolsüz. Evde de yapabileceğiniz basit ama faydalı bir buluş. Yok ben ginger shot içemem biraz kahve ile kendime geleyim derseniz, o zaman havaalanı dahil, her köşe başında görebileceğiniz, Joe & Juice’u öneririm. Joe & Juice’da ayrıca glutensiz ekmek içinde acılı ton balığı, avakado pesto ve mozarella üçlemesinin buluştuğu sandviçleri öneririm. Hem sağlıklı hem de lezzetli. Malum, her iki konsepti bir arada bulmak bazen kolay olmayabiliyor.
Londra’da tanıştığım ve Kopenhag’da da bulduğum sağlıklı ve lezzetli ayrı bir tat ise Peru mutfağına ait olan ceviche yemeği. Bildiğiniz lime ve limon içeren soğuk balık. Biraz sushiyi hatırlatsa da limonun verdiği farklı bir lezzet var. Ceviche denemeye karar verirseniz, Llama’ya gidin. Muhtemelen fiyatların şişirildiği en turistik yer olan ve Kopenhag kartpostallarında gördüğünüz renkli renkli evlerin yan yana dizildiği Nyhavn’a çok yakın bir lokasyonda, ancak turistik bir yer değil. Şunu da ilave etmeliyim, Kopenhag’a kadar gitmişken Nyhavn’da selfie çektirmek adettendir. Daha sonra yakınlardaki Inderhavnsbroen isimli tasarım köprüsünden yürüyüp karşıdaki adada yer alan sokak yemeklerini denemenizi tavsiye ederim.
Geceyi bir kokteyl ile noktalamak isterseniz, kesinlikle Ruby Cocktail adlı mekanı öneririm. İnsanı rahatlatan ve huzurlu hissettiren, Danimarkalıların deyimiyle çok “hygge” bir ortam. Bu arada, bu ülkede barmenler genel olarak işlerini çok ciddiye alıyorlar. Örneğin, telefonunuzu uzatıp bir barmenden fotoğraflarınızı çekmesini rica ederseniz, “benim işim bu değil” sözleri ile karşılaşmaya hazırlıklı olun.
Son önerim de, carb-free diyetlerinden ödün vermeyenler için Paleo cafeler. Karbonhidrat ve şeker içermeyen lezzetli burgerlerden, lazanya görünümlü salata karışımlarına ve çikolatalı avokado mousse’a kadar değişik ve sağlıklı yiyeceği bu kafelerde bulmak mümkün.
Eğer yolunuz Danimarka’nın ikinci büyük şehri Aarhus’ a düşerse, kesinlikle bir sanat gezisi düzenleyin. Aarhus bu sene Avrupa’nın kültür başkenti. Size tavsiyem bu gezinize Aros Müzesi ile başlayın. Beni en çok etkileyen sanatçı da yarı Izlandalı yarı Danimarkalı Olafur Eliasson. Sanatçının en büyük özelliği her eserinde gökkuşağını işlemesi. Aros müzesinin üstünde camdan gökkuşağı renkleri ile yapılmış içinden yürüyebileceğiniz 360 derecelik yol, Olafur’un fiziksel olarak inşa edilmiş en büyük eseri. İçinde yürüdüğünüzde kendinizi gökkuşağının içinden geçiyormuş gibi hissediyorsunuz aynı zamanda Aarhus’u kuş bakışı farklı renklerden ve farklı açılardan görebilirsiniz.
Yola çıkmadan her zaman check-in yapmayı unutmayın. Ne olur ne olmaz. En önemlisi de, her geri dönüşünüzden sonra hayatınızdaki check-in’lerinizi düşünün. Bu şekilde gezerek edindiğiniz yeni kazanımlarla hayatınıza bazı küçük değişiklikler katabilir ve böylece dünyanın hızının gerisinde kalmazsınız.