ACI’nın kampüsü, bahçelerin en güzeliydi. Burası bizim için dört mevsimi birbirinden güzel yaşayan dünyadaki tek bahçeydi. Her mevsim yeni umutlarla gelir, yeni umutlarla giderdi. Renk renk çiçeklerin arasında, ulu ağaçların gölgesinde çocukluğumuzun, gençliğimizin en sevinçli ve en kederli günlerini aynı anda yaşardık. Kırık not aldığımızda, öğretmenlerimiz tarafından uyarıldığımızda ağlardık. Bilmiyorduk henüz, oysa dünyanın sonu değildi. İlkbaharda ağaçların çiçek açtığını, sonbaharda yapraklarını döktüğünü görürdük. Doğa en doğru öğretmendir. Biz ACI’da derslerde olduğu kadar bahçenin toprağında da eğitildik. İlk sırlarımızı ağaçlara, çalılara fısıldadık. Gelincikler topladık, Mayıs kraliçelerinin başına papatyalardan taçlar yaptık. Top oynadık. En gizli köşelerinde saklandık. İlk kez âşık olduğumuzda “seviyor, sevmiyor” diye papatyaları yolduk. Bahçe, hayat yolunda bizim öğretmenimizdi. Banklarında oturup varoluşçuluğu, absürd tiyatroyu, yeni akımları tartıştık. Patikalarında Hamlet’in, Macbeth’in, Jül Sezar’ın tiradlarını söyledik. Aşkı, ilişkileri, dostluğu, dürüstlüğü, sadakati, vefayı ve ihaneti konuştuk. Amfitiyatronun dili olsa da anlatsa, orada kaç mezuniyet ve açılış töreninin yanı sıra kaç gayrıresmi oyunun sahnelendiğini!
İlkbahar sevinç, yenilik ve aydınlıktır. Güneşin gülen yüzüdür. Önce tomurcuklar patlar dallarda ve hızla dönüşürler yeşil yapraklara. Bir bakarsınız aynı dalda yeşilin yanında kurumuş kahverengi bir yaprak tüm gücüyle direnmektedir geçen zamana. Amacı varlığını sürdürmek, varlığını sürdürecek olan yeşil yapraklara örnek olmaktır belki de…
Sonbahar sessiz sedasız gelir. Loş, renksiz ve hüzünlü gibi görünse de, uzayan geceleriyle kışın gelişini simgelese de, unuttuğumuz pek çok şey vardır aslında onun hakkında. Sonbahar gerçekte hasat mevsimi, dört mevsimin döngüsü, doğanın mucizesidir. Aynı zamanda okul yılının başlangıcıdır. Her yeni ders yılı içimize yeni heyecanların düşmesi, bahçeye yeni öğretmenlerin gelmesi, hayatlarımıza yeni arkadaşların girmesidir. Sonbahar her yıl yinelenen bir çalışma çağrısıdır; yeni dersler almak, yeni bilgiler öğrenmeye başlamak, yeni ufuklara dalmaktır… Aslında sonbahar bizim en güzel şansımızdır.
Yaprakların sararıp dökülmesi ağaçların; doğanın uykuya yatması ise dünyanın en büyük şansıdır. Yapraklar dökülmese yenileri fışkırmazdı; doğa uykuya yatmasa dünya taptaze renklerle, yepyeni çiçeklerle bir kez daha, bir kez daha kuşatılmazdı. Dört mevsimli bir iklimde yaşıyor olmak bize sevinç vermeli. Yaz kışla tamdır, kış da yazla. Sonbahar ilkbaharla tamdır, ilkbahar da sonbaharla.
Unutmayalım ki ilerlemeyi yaratan farklılıklar, durağanlığın üstesinden gelen zıtlıklardır ve hepsi aynı bütünün parçalarıdır.
Biz, Beacon Yayın Kurulu olarak çok uzun yıllardır aynı kadro ile bu işi yapmakta ve bunu hâlâ aynı büyük keyifle sürdürmekteyiz. Ne var ki yaşlarımız ilerlemekte, görüşlerimiz tekrara dönüşmekte, yavaş yavaş eskimekteyiz. Henüz sararmadıysak da bir hayli kızarmış olmalıyız. Nasıl fotoğraftaki kuru kırmızı yapraklar aynı dalda yeşillerle bir aradaysa bizler de The Beacon’da daha fazla sayıda genç mezunumuzun yanımızda yer almasını diliyoruz. Nasıl Yetişenler Derneği etkinliklerinin bir kısmını gençlerle paylaşıyor ise bizler de The Beacon’ı önce gençlerle paylaşmak ve sonra tümüyle onlara bırakmak istiyoruz. Gençlerle birlikte yazmanın zamanı geldi de geçti bile…
İşte bugün bu satırlarda nicedir içimizde filizlenen ve giderek güçlenen bu arzuyu dile getirdik. Şimdi eli kalem tutan tüm genç mezunlarımıza buradan bir çağrı gönderiyoruz:
“Gençlerin daha fazla sesi olmalı bu dergide. Haydi gençler el verin bize, alın The Beacon’ı taşıyın gelecek nesillere!”