kÜNYE

Akış

Getting your Trinity Audio player ready...

Mutluluğu hepimiz farklı bir yaşam doyumu ile ilişkilendiririz. Sadece psikologlar, sosyologlar, filozoflar değil, her birimiz kafa yorarız bu konuya ve her birimizin de farklı bir fikri vardır. Ancak, şu bir gerçek ki; ne güç, ne para, ne güzellik, ne de mevki mutluluğa ulaştırmaz bizi. Kişi, her tatmin olan ihtiyacından ve arzusundan sonra, adeta baştaki doyumsuzluk noktasına geri dönmüş olarak bulur kendisini. Yeni hedefler ve yeni arzularla, çoğu zaman da memnuniyetsiz bir halde. 

Evren insanların rahat etmesi ve mutlu olması için yaratılmamış gibidir. Sanki canımız sıkılsın, uğraşalım duralım, bir ağlayalım bir gülelim ve hiç rahat etmeyelim içindir. Herkes başka bir zorlukla savaşır. Kimi kıtlıkla, açlıkla, kimi hastalıkla, kimi doğal afetlerle, kimi de savaşlarla sınanır. Bazılarımızın yaşam hedefleri tabii ki hayatta kalmaktır, ancak sorun hallolur hallolmaz, yeni ihtiyaçlar belirir.

Dinler ve mistik öğretiler, bize mutluluğu bulma yolunda bir noktaya kadar yol gösterebilirler. Bizim daha kalıcı bir yöntemle, kendi bilincimizi yönetmemiz ve kendi mutluluğumuzu kendimiz kurmamız gerekmektedir. Tüm engelleri aşmak, problemlerle baş etmek ve zorluklara göğüs gerebilmek için; insan, bilincini, duygu ve düşüncelerini düzenleyebilmeli ve kontrolü elinde bulundurmalıdır. Dikkatini ve enerjisini nereye odaklayacağına karar verebilmeli ve hayattan zevk alarak yaşamayı başarabilmelidir. 

Prof. Dr. Mihaly Csikszentmihalyi ‘Mutluluk Bilimi: Akış’ adlı kitabında; hedeflerle niyetlerin çelişmesinin, bilinci olumsuz etkilediğini, bunun da psişik entropi yarattığını belirtiyor. Bilginin hedeflerle uyumlu olması halinde ise, psişik entropinin tam tersi olan optimum deneyim yaşanabiliyor, insanın hayat kalitesi gözle görülür bir şekilde artıyor ve bir akış deneyimleniyor. Bu akış deneyimi, insanı hazza ulaştırıyor ve insanın özünü geliştirebilmesini sağlıyor. 

Mutluluğa ulaşmak ve yaşam kalitesini artırmak için dış koşulları hedeflerimizle uyumlu hale getiremiyorsak, mevcut koşulları kendi yararımıza nasıl kullanabileceğimize odaklanmalıyız. Zenginlik, statü, güç ve fiziksel zevkler, o an için iyi hissetmemize neden olabilse de, bizi hazza ve gerçek yaşam tatminine ulaştıran ve yaşam kalitemizi artıran unsurlar bambaşkadır aslında: Ufuk açan bir sohbet, kendini ve becerilerini geliştirdiğin herhangi bir spor ya da sanatsal aktivite, olaylara bambaşka bakmanı sağlayacak bir bilgi, değişmek, özünü geliştirmek… 

Hazza ulaşmak ve gerçek bir yaşam tatmini için gereken akış, net bir hedefimizin olmasını, yaptığımız işe odaklanmamızı ve daha sonra geri bildirim alabiliyor olmamızı gerektirir. Akış deneyimi bizi endişe ve hayal kırıklıklarından uzaklaştırıp, derin bir haz deneyimi içine alır. Akış içerisinde olabildiğimizde zihnimiz gezinmez, geçmişte ya da gelecekte değil, tam olarak içinde bulunduğumuz andadır. Yaptığımız iş ile bütünleşmiş gibi hissederiz. Zaman mefhumu ortadan kaybolur ve eylemlerimiz üzerinde mutlak bir kontrol hissi belirir. İşte bu, bir optimum deneyim, yani akış deneyimidir. Akış deneyimi bittikten sonra da öz hissi güçlenir. 

Şimdi diyebilirsiniz ki ‘Ne hoş bir duygu aktı gitti, kendiliğinden oldu, çabasızca.’ Tam tersine, bir akış haline geçebilmek, öncesinde ciddi bir disiplin ve gayret gerektirir. Örneğin bir denizci, fırtınalı bir günde, 30 knot havada yelkenlerini açtığında, trimini yaptığında, tramolalarla varmak istediği yere teknesini yanaştırdığında, karşılaştığı onca güçlük sayesinde, müthiş bir haz duyar. Bir cerrahın zorlu bir operasyon sonrasında, hastasını kurtardığında duyduğu hazzın bir benzeridir bu. Tez yazan bir doktora öğrencisi, bir buluşun peşinde saatlerini harcayan bir bilim insanı, bir balerin, bir dağcı, hepsi de belli bir hedefe doğru yol alırken odaklandıklarında akış deneyimi yaşayabilirler. İşleri kolay değildir ama yeterlilikleri vardır, heyecanları ve hedefleri vardır. Gerçekleştirdikleri aktivite ne kadar zor ya da tehlikeli olursa olsun, hedefe doğru kilitlenmişlerdir. Sonunda başardıklarında, net bir geribildirim almış olurlar. Unutmayalım ki, bu da optimum deneyim için gerekli bir unsurdur. 

Önemli olan, aktivitenin sonucunda ne kazanılacağı değildir. Bir ödül olarak düşünebileceğimiz bu haz duygusunu ve yeniden başlama isteğini gerçekleştiren, aslında aktiviteye katılımın kendisidir. Yapılan aktivite, ototelik olmuştur. İşte bu şekilde içsel olarak ödüllendiğinde insan, akışı hep ister.

Güzel olan şu ki, severek ve isteyerek yaptığımız bir çok aktivitede akışı yakalayabiliriz. Bazen cinsellik, bazen soğuk bir suya dalmak, spor ve yoga gibi vücut fonksiyonlarını içeren aktiviteler, bazen bir tablonun önünde bambaşka bir aleme kayıp gitmek de bir akışa dönüşebilir. Bir kitap okurken, bir müzik dinlerken, bir canlı performans izlerken de akışa girilebilir. Ya da bazen birlikte yapılan bir aktiviteden doğan sinerji, güzel bir yemek yemek… hepsi birer akış aktivitesidir. 

Yine de araştırmalara bakıldığında, akış için en heyecan verici deneyimler bilginin tetiklemesiyle, zihnin içinde üretiliyor gibi görünüyor. Tarih, bilim ve felsefe en haz verici bilimsel ve sembolik sistemlerdendir. Burada söz etmeden geçemeyeceğimiz en önemli konu da şudur ki; akış ve haz olması için, bellek olmak zorundadır. Sonuçta, bellek olmasa, daha önceki deneyimlerden alınan bilgi de olmazdı. Bellek, insanın, özellikle öğrenme sürecine katkısı açısından çok işine yarayan bir mekanizmadır. Öğrenmeyi keyifli bir aktiviteye dönüştürmenin insanın zihnini ve ruhunu besleyen önemli faydaları vardır. Hikâyeler, şiirler, tarihi bilgiler, belki denklemler veya ilgimizi çeken bilimsel veriler, belleği güçlü kişiler tarafından kolaylıkla ezberlenebilir. Konulara hakim olmak, paylaşmak, sadece kendi bilincimize değil, paylaştığımız kimselerin de bilincine düzen getirir. 

Csikszentmihalyi, kitabında; ezbere dayalı eğitimin yaratıcılığı öldürmediğini, tam tersi yaratıcılıkla kol kola gittiğini söylüyor. Sonuçta amaç; beceri geliştirmek, akışa girmek, yaşamı keyifli hale getirip, haz alarak yaşamaksa eğer, ezber; beceri geliştirmek için, zihne düzen getirmek için bir avantajdır. Ayrıca kendi kendine yetebilmek, kendiyle barışık ve huzurlu olabilmek açısından son derece yararlıdır. Buradaki tek püf nokta, sanırım, ezberin içeriğine karar verirken seçici olmakta. Kendi bilgi ve beceri sağlama kalıbımızı kendimiz kurabilirsek, tatmin edici bir başarı hissi ve hoş bir düzen algısı yaratabiliriz. Açık bir zihin için; öncelikle önyargısız bir şekilde bilgiye hazır olmak, ardından merak, gözlem, dikkat, disiplin ve deney gerekmektedir. Ayrıca, bulguları düzene sokabilmeli ve geçmiş araştırmalardan da yararlanabilmeliyiz. Böylece, sonunda bir senteze varabiliriz. 

Yapılan araştırmaların sonucuna göre; insanlar boş zamanlarına kıyasla, işlerinin başındayken daha fazla akışta kalabilmektelermiş. Yani zorluklar ve buna mukabil beceriler; insanların daha mutlu, yaratıcı ve keyifli hissetmelerine neden oluyor. Ancak, nasıl ve ne pozisyonda bir işte oldukları da önemli tabii ki. Örneğin; baskı, stres ve çalışma koşullarında çeşitli engeller içeren iş ortamları, bireyin kendine ve ailesine zaman ayıramaması, elbette ki bazı insanları tüketebilir. Bu nedenle, bu gibi durumlarda akışa geçebilmek, mevcut koşullara karşı geliştirilmiş bakış açısını değiştirebilme, iyi planlama yapabilme ve disiplinli şekilde çalışma gibi yetilerin de geliştirilmesini gerektirir.  

Akışa girme becerisinin, öncelikle bahsedilmesi gereken koşullarından biri de; kişinin, kendi kendine kalıp, bundan keyif alabilmeyi başarabilmesidir. Yalnız olmayı bir duygusal yoksunluk gibi görmemesi ve konsantrasyon gerektiren işleri kendi başına halledebilmesi gerekiyor kişinin. Burada da tabii ki ‘sosyallik’ ve ‘kendi kendinelik’ arasında bir denge gözetmek kesinlikle şart. Çünkü yapayalnız olmak da diğerlerinden öğrenememek ve beslenememektir. Zira, ailenin varlığı, arkadaşlar ve dostlarla paylaşılan zamanlar da harika birer akış aktivitesine rahatlıkla dönüşebilmektedir. 

“Maddi olanaksızlıklara takılması, gelecek endişesi taşıması ya da sağlık sorunları yaşaması durumunda insan nasıl akışa geçebilir ki?” diye düşünebilirsiniz. Yine yapılan araştırmalara göre, durum hiç de sandığımız gibi değil. Yaşanan travmatik durumlar, kazalar ve trajik olaylar, bir şekilde hayata meydan okumaya dönüşebiliyor. Yaşamayı yeniden öğrenmek, zorluklarla mücadelede ustalaşarak entropiyi tersine çevirebilmek ve önemli bir badireyi başarıyla atlatabilmek, insanlar için büyük bir haz ve gurur vesilesi olabiliyor. Bunun gerçekleşebilmesi için, bireyin zorlu koşullarla mücadele etmeyi seçmesi ve içindeki stresi doğru yönetebilmesi gerekiyor. Dayanma gücü bulamayıp, pes etmek de mümkün. Neticede, yaşamımız boyunca, karşımıza çıkan fırsatları, durumları ve bize doğru akan enerjiyi nasıl kullanacağımız tamamen bize aittir. Umutsuz bir durumun bizi güçsüzleştirmesine izin verip vermemek tamamen bize kalmıştır. 

Hayatı yaşarken ona bir anlam atfetmek, onu kendinin keşfedeceği, belki de hayata geliş amacın olan nihai bir hedefe doğru yönlendirebilmek, bu arada bütün yan hedefleri ve tüm eylem, duygu ve düşünceleri bir ahenk içinde birbiriyle ilişkili kılmak çok kıymetlidir. Ayrıca, tüm bu anlamlı aktivitelerin, bütünün hayrına olmasına çalışınca, hayatın kendisi ve tamamı bir akış eylemine dönüşebilir. 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
More Like This
KÜLTÜR & YAŞAM / CULTURE & LIFE
Doç. Dr. Fatma Nur Eriş ('77)

Kronik Hastalıklar ve Epigenetik

İnsanlar şifa peşinde. Haklı olarak, hekimlerinin çok yetkin olmasını ve her alanda kendilerine yardımcı olmalarını bekliyorlar. Acil Tıp, cerrahi ve tanı yöntemleri konusunda tıpta akıl almaz gelişmeler oldu. Ancak hekimler

DAHA FAZLASI / Read More »
UNUTMAYACAĞIZ / WE WON'T FORGET
Raşel Rakella Asal ('69)

İzmirli Olup da Deprem Korkusu Yaşamayan Var Mı?

Getting your Trinity Audio player ready… İzmir, arada sırada, yaralı bir yunus gibi sarsılır. Havaya doğru yükselir, ölümle pençeleşir, ölür ve sonra yeniden hayata kavuşur. Depremler, İzmirlilerin yüreklerinin korkuyla dolduğu anlardır.

DAHA FAZLASI / Read More »