kÜNYE

Düş ve Gerçek Arasında Bir Romancı

Mezunumuz Doğu Yücel (’95) geçtiğimiz yıl iki farklı proje ile bizleri gururlandırdı. Hayat dolu bir grup gencin, bir yabancıyla karşılaşma serüvenini anlattığı romanı Uzak Dünyalar ve yönetmen Süleyman Arda Eminçe ile senaryosunu yazdığı, Kimdir Bu Mitat Karaman adlı eserinden uyarlanan Mitat filmi.

Eski yazılarımıza da yer verdiğimiz bu özel sayıda, mezunumuz Fırat Yücel’in (’97) Doğu Yücel ile 2011 yılında yaptığı bu güzel söyleşiyi sizlerle paylaşmak istedik. Doğu Yücel’in üçüncü romanı Varolmayanlar henüz raflarda yerini yeni almış. İngilizce edebiyat derslerimize güzel bir gönderme var. Bu arada 2024 yılına geldik ve ACI kampüsünde geçen bir romanımız hala yok (bunu not aldık Doğu). 

Okul hayatının bir noktasında “brainstorming” derslerine katılmış olan tüm okuyucularımıza ve bize hayal kurmayı, belki de daha da önemlisi, hayallerine sahip çıkmayı öğreten değerli öğretmenlerimize selam olsun. 

Dostlarımın kendilerine benimle ilgili en çok sordukları soru “Bu çocuk bu yazıları nasıl yazıyor?” olsa gerek. Duygularımı pek dışa vurmadığım, kendimi çok rahat ifade edemediğim, tartışmalarda inatçı olduğum için beni yakından tanıyanlar, yazılarımda bambaşka bir ‘ben’ buluyor olsa gerek. Yaşadıkları şaşkınlığı çok iyi anlıyorum, çünkü ben aynı şaşkınlığı çok daha yakından yaşıyorum! 

Doğu’nun ne zaman bir hikâyesini, senaryosunu, romanını okusam, “Bu çocuk bunları nasıl yazıyor?” sorusuyla baş başa kalıyorum. Yeni romanı Varolmayanlar’da da aynı şey oldu. Bir kere, bu kadar uzun bir romanı (ki ilk versiyonu çok daha uzundu) hangi ara yazdığını anlamadım. Aynı evde yaşıyoruz ve ikimizin de çok yoğun, tüm vaktimizi alan mesleki yaşantıları var; kısacası Doğu’nun bu romanı yazmış olması (hangi ara gerçekten!), bana romanın kendisinden daha fantastik geliyor. Sahiden de sihirli bir kalemi mi var acaba ve uzaktayken de telepatik bir güçle onu kontrol ederek yazmaya devam mı ediyor, diye düşündüğüm oldu. Gerçek hayatın kurmacadan daha tuhaf olduğu deyişi doğrudur evet, ama Doğu’nun romanlarını okumak, gerçeğin fantastik edebiyattan bile daha fantastik olduğunu düşündürtüyor bana! 

Evet, yazı, hayatta dile dökülemeyenlerin gizli mabedidir, ama Varolmayanlar’da o mabet benim gözümde olabilecek en devasa boyuta ulaşıyor. Bu söyleşiyi benim yapıyor olmam sanırım anlamlı çünkü sahiden de merak ettiğim çok şey var… En başta da bu romanı nasıl yazdığı! Bunu sormayacağım ama yanıtını cevaplardan çıkarabiliriz diye umuyorum, içten içe biliyorum da: Gerçek hep muammadır, kurmacadan çok daha fazla.

Savaşlardan, toplumsal travmalardan vs. bahseden gerçekçi yazarlara hep sorulur, sahiden bunları yaşadınız mı diye? Ben de onlara sorulan soruyu eğip bükerek sana yönelteyim: Bir fantastik edebiyat yazarı olarak, kitaplarında tasvir ettiğin ‘tekdüze iş hayatı’nı kendin deneyimledin mi?

Bir müzik dergisinde çalışsam da, ben de o hayatın bir parçasıyım. Kitaptaki sabah hazırlanma ritüellerinde veya işyerinde sürekli zaman kazanmaya çalışmak için bazı ihtiyaçlarımı erteleme noktasındaki takıntılı durumlarda kendi hayatımdan çokça şey ödünç aldım. Bir de şöyle düşündüm; eğer müzik yazarlığı gibi nispeten “serbest” bir meslekte çalışan biri olarak dakikalarımı hesaplıyorsam, bankacılık gibi daha kısıtlayıcı mesleklerdeki insanlar nasıl hareket ediyorlardır, herhalde onlar dakikaları değil saniyeleri bile hesaplıyorlardır diye bir çıkarım yaptım. Biraz da gözlem yaparak romandaki karakterin, “çalışma hayatı” dediğimiz bu köle düzenindeki yaşantısı ortaya çıktı.

İlk kitabın Hayalet Kitap’ın hayaleti, öteki dünyadan gerçek dünyaya sesleniyor, âşık olduğu kızla iletişim kuruyordu. Varolmayanlar’da ise bir bakıma tam tersi geçerli: Karakter gerçek, âşık olduğu kız hayali/kurmaca. İki romanın aşk tariflerindeki bu zıtlık, biraz da yetişkinlik hayatının zorunluluklarıyla yüz yüze gelmenin verdiği düş kırıklığı sonucu aşk konusundaki düşüncelerinin değişmesiyle mi ilişkili

Sanırım büyüdükçe âşık olduğumuz kişinin, hayalimizde yarattığımız “o” olmadığının farkına varıyoruz. Gerçek bir kişi üzerine hayali bir kılıf uyduruyoruz, onu gerçekten tanıyana kadar da kafamızda yarattığımız o varlığa âşık oluyoruz. Asıl sınav tam bu noktada gerçekleşiyor ve karşımızdakini olduğu gibi tüm gerçekliğiyle sevdiğimizde gerçekten “aşk”ı yaşıyoruz. Aslında “Hayalet Kitap”ta da biraz bu vardı. Hayalet, aşkını elde etmek için geri dönmemişti, âşık olduğu kişiden intikam almak, bir anlamda o kişinin sandığı gibi biri olmadığını öğrendiğindeki hayal kırıklığını gidermek için dönmüştü. Aslında her iki romanda da başka türlü bir aşkın var olabileceğini iddia ediyorum. “Hayalet Kitap”ta “platonik aşk”ın büyüklüğünden bahsederken “Varolmayanlar”da “kaybedilmiş ilk aşk”ın ölümsüzlüğünü veya hayali bir varlığa âşık olmanın da mümkün olabileceğini savunuyorum. Romanın sürprizlerini bozmamak için çok net de konuşamıyorum.

Her iki roman da ilk gençlikten yetişkinliğe geçiş döneminin sancılarını anlatıyor. Hayalet Kitap, üniversite yıllarını konu alıyor. Varolmayanlar’da ise Hayalet Kitap’ta korkuyla bakılan gelecek gerçek olmuş: Rüyalarına sırt çevirmiş, kendiyle alakasız bir iş yapan bir adam çıkıyor karşımıza. Varolmayanlar’ın Hayalet Kitap’ın ‘devam romanı’ olduğunu söyleyebilir miyiz?

Bir nevi devam romanı denebilir, hatta bence şu ana kadar yazdığım üç kitap birbiriyle az çok bağlantılı diyebiliriz. İlk hikâye kitabımda da lise yıllarını anlatan hikâyelerim vardı. Zaten oradaki hikâyelerin bir kısmını ACI’da İngilizce “brainstorming” dersleri sırasında yazmıştım. O yüzden evet, üçü de bir nevi hayalperest bir bireyin modern dünyadaki büyüme hikâyelerini anlatıyor. 

Hayalet Kitap’ın hikâyesi İstanbul’da, Varolmayanlar’ınki de İzmir’de geçebilir miydi?

Bence şehirler ikisinde de büyük öneme sahip ve öyle bir değiş tokuş mümkün olmazdı. “Hayalet Kitap” saf, naif ve romantik bir adamın saf, naif ve romantik bir kent olan İzmir’de yaşadığı platonik aşkı anlatıyor. Aynı hikâye İstanbul’da gerçekleşse bile çok farklı bir şekilde ilerlerdi. Varolmayanlar’da ise hayallerle gerçeği değiştirebileceğine inanan gizemli bir örgüt var. Bu örgütün İstanbul’da olması inandırıcı çünkü İstanbul iki kıtayı bir araya getiren coğrafi, tarihi önemiyle ve gizemleriyle böyle bir örgüt için belki de dünyadaki en doğru yer. İzmir’de kurulmuş olsalardı hedeflerine ulaşmaları biraz zor olurdu. Bir de, romanın finalindeki kaos manzarasına dünyanın en kaotik kenti olan İstanbul çok yakışıyordu. Bunlar dışında İstanbul’daki birçok mekân ve semtin hikâyede kritik rolleri var. Mekânlar da hikâyeleri tetikleyebiliyor.

Varolmayanlar’da pek çok kişi gibi beni de en fazla etkileyen bölüm, hayalciler ile gerçekçiler arasındaki farkın anlatıldığı kısımlar. Hayalcilerin daha tedirgin, düşünceli, insanları kırmaktan çekinen, müterreddit insanlar olduğunu, buna karşılık gerçekçilerin hedeflerine ilerlerken sağına soluna pek bakmadıklarını söylüyorsun orada. Romanı bir kenara bırakırsak, kendin de inanıyor musun bu ayrıma?

Böyle bir ayrıma kesinlikle inanıyorum. Otobüste biraz daha rahat oturabilmek için yanına çanta koyanların, sinemada karşısındaki koltuktaki adamın rahatsız olabileceğini düşünmeden koltuğun arkasına dizini dayayan birinin hayalci olabilme ihtimali çok düşüktür. Etrafımdaki insanlara baktığım zaman hayatında saf ve naif amaçlara sahip olan, hayal kuran insanların bu tip bencil huyları olmadığını görüyorum. Tam tersine kazanç meraklısı, çıkarcı ve faydacı insanların ise hayalleri veya hayallerden doğan eserleri küçümsediklerine şahit oluyorum. Yalnız şu da var; yaş geçtikçe hayalcilerin de kirlendiğine ve bencilleştiğine tanık oluyorum. Onları silkeleyip uyandırmak için de Varolmayanlar’ı yazdım. 

Varolmayanlar’da, bir yandan masal okuyor gibiyiz, bir yandan da modern şehir yaşantısına dair pek çok ayrıntı sunuyorsun okura. Asıl amacının, klasik fantastik edebiyattan farklı olarak, ‘yerçekiminin olmadığı bambaşka bir dünya’ yaratmak değil de, ‘mevcut dünyanın yerçekimi kurallarını alaya almak, onlarla oynamak’ olduğunu söyleyebilir miyiz? Sen kendini fantastik edebiyat içinde nerede görüyorsun

Vallahi çok güzel tanımladın. Aynen öyle. Türüm sorulduğu zaman “fantastik gerçekçi” demeyi tercih ediyorum. Sanırım arada bir yerdeyim. Ama düşünüldüğü zaman edebiyatın neredeyse tamamı “fantastik” değil mi? Kafka, Shakespeare, Oscar Wilde, Melville, Boris Vian, Bret Easton Ellis gibi birçok usta yazar fantastik edebiyat yazarı olarak görülmese de yazdıkları bir hayli fantastiktir. O yüzden fantastik edebiyattaki yerim gerçekçi edebiyata bir hayli yakın diye düşünüyorum. Böylece fantastik seven okurlara da, gerçekçi romanları tercih edenlere de ulaşabiliyorum.

Şu ana kadar daha çok kendi hayat hikâyeni takip ettin ve yaşadığın dönemlerle ilgili romanlar yazdın. İleri de bunu ihlal edip, örneğin lise yıllarına dönmeyi, ACI’da geçen bir roman yazmayı düşünüyor musun?

Kesinlikle olabilir. ACI, benim yazarlık maceramda başlangıç noktasıdır. Orta 1’de kitap okumayı sevmezken İngilizce dersinde Ursula K. LeGuin’in bir öyküsü okutulmuştu, o kadar beğenmiştim ki, hemen devasa kütüphanemizde kendime göre kitaplar arar olmuştum. Daha sonra okutulan Macbeth, To Kill a Mocking Bird, Lord of the Flies gibi eserlerin ve derslerdeki yazma pratiklerinin üzerimdeki etkisi tartışılmaz. Başta, bana Türkçe öykü yazmamı öneren Mr.Lutz olmak üzere birçok öğretmenimin de hakkını ödeyemem. Tüm bunların dışında kampüsü bile öykü çıkartmaya yeterli. Dokuz Eylül Üniversitesi’nin ufak ve sevimsiz kampüsünden “Hayalet Kitap”ı çıkardıysam, en son ziyaret ettiğimde gördüğüm uzay üssüne benzettiğim köprüsüyle, benzersiz kütüphanesiyle ve hava karardığında “Village” filmini andıran atmosferiyle ACI’dan kim bilir neler çıkar.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
More Like This
BAŞYAZI / EDITORIAL
Aslı Davaz ('98)

Bir Kavuşma Anı

Getting your Trinity Audio player ready… 2024 Yaz sayısındaki tüm yazılara son okuma yapıp, gururla arkama yaslanıyorum. Gururluyum çünkü bu, baştan sona dijitalde çalıştığımız ilk sayı ve her ne kadar

DAHA FAZLASI / Read More »
KOLEKTİF HAFIZA / COLLECTIVE MEMORY
Heves Özyılmaz ('77)

Vefa, Gönül Borcu, Şükür

İşin içindeyken değeri pek bilinmez genelde, hele ki yaş da küçükse, nereden bilinecek kıymeti? Ben pek bilmezdim. Dersler biraz ağır gelirdi. ‘Bu kadar detaya ne gerek var, ileride bu bizim

DAHA FAZLASI / Read More »
SANAT / THE ARTS
Raşel Rakella Asal ('69)

Tiyatromuz Emin Ellerde

ACI 2008 mezunumuz, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü’nde eğitim alan Aksel Bonfil, çok renkli kişiliğiyle öne çıkıyor. Eğitimi sırasında dizi ve oyun yazarlığı, oyunculuk ve kısa film yönetmenliği yaptı.

DAHA FAZLASI / Read More »
KÜLTÜR & YAŞAM / CULTURE & LIFE
Kamil Tavas ('98)

Check-in

Kimimiz olağan işlerimizle meşgul bir şekilde dünya hızında, kimimiz hayal dünyasında ışık hızında, kimimiz de olduğumuz yerde kendi çevremizde dönüp duruyoruz. Kimimiz ise, dünya hızından biraz daha hızlı gidebilmek, zamana

DAHA FAZLASI / Read More »