Günümüzün ve geleceğimizin en büyük sorunlarından biri farklı nedenlerden dolayı yerinden yurdundan olmuş ve dünyanın dört bir yanına savrulmuş insanlar. Onların yaşamlarını eğitimle iyileştirmeye çalışan bir insan Gül. Mülteci haklarını insan hakları meselesi olarak gören, hepimiz mülteciyiz diyen ve bu konuda dersler veren, müfredat hazırlayan, okuyan, Türkiye, Berlin, İngiltere, Kanada’da konuşmalara davet edilen bir akademisyen.
Altyazı sinema dergisinin “Umut Tazeleyen Filmler” diye bir bölümü vardır. Gül İnanç (’87) ile Fuar’da İzmir Sanat Kafe’de buluşup onu dinlediğim 1,5 saat içinde benim de yaşama dair umudum tazelendi. Yaşar Üniversitesi’nde yaptığı bir konferanstan geliyordu. Yıllarını öğrenmeye ve öğretmeye adamış cesur bir eğitimci. Her şeyden çok birbirimizi anlamamız gerektiğine inanmış, insan sevgisi ile dolu biri. Işığı olan bir kadın.
Tarih, Cumhuriyet Tarihi, Diplomasi Tarihi alanlarında çalıştıktan sonra mülteci sorunlarına ilgin nasıl başladı?
Sosyal ve siyasi bilimlere, özellikle de modern diplomasi tarihine gönül veren bir akademisyen olarak Suriye krizi ile gün ışığına çıkan, Türkiye ve dünyayı derinden etkileyen mülteci kriziyle ilgilenmem kaçınılmazdı. 2011-2013 yıllarında bu gelişmeleri Singapur’da yeni bir üniversitede yeni bir göreve adapte olmaya çalışırken ağırlıklı olarak basından takip ettim. Bu süreçte zorunlu göç konusuyla ilgili ne kadar yetersiz bir entelektüel altyapım olduğunu üzülerek farkettim. Krizin boyutu büyüdükçe bir eğitimci olarak hele hele ACI mezunu bir eğitimci olarak kendime düşen sorumluluğu sorgulamaya başladım. Sınır tanımayan doktorlar varsa sınır tanımayan akademisyenler neden olmasın varsayımı ile yaptığım ilk google aramasında karşıma Kanada York Üniversitesi’nin BHER-Borderless Higher Education for Refugees projesi çıktı.
2014 yılında defterimi kalemimi kapıp öğrencilik yıllarıma geri dönmeye karar verdim ve önce bilgi sonra fikir gelsin diyerek York Üniversitesi’nin Mülteci Araştırmaları Merkezi’nin yaz okuluna kayıt oldum. Kısa ama yoğun bir eğitimden geçtikten sonra fikir üretme safhasına tekrar geri döndüm. Güneydoğu Asya’da yaşayan yüzbinlerce mülteci gencin üniversite eğitimi alması için çaba gösterecektim. Bu çabanın ileride uluslarası bir sivil toplum kuruluşuna evrileceğini tahmin etmeden…
Opening Universities for Refugees inisyatifi nasıl oluştu, neler yaptın? Bu inisyatif şimdi neye evriliyor?
Aklımdaki ilk proje York Üniversitesi’nin Kenya’daki kamplarda yürüttüğü uzaktan eğitim ve karma diploma programına benzer bir uygulamayı kendi üniversitemle Malezya, Tayland ve Endonezya’da yaşayan mülteci gençler için gerçekleştirmekti. Bürokrasinin azizliği izin vermedi. Detaylara girersem çıkamam, çok uzun hikayedir.
Önümde iki yol belirdi ya arkama güçlü bir kurumu almadan yalnız başıma yola çıkacaktım ya da bu idealden vazgeçip konunun sadece akademik boyutuyla ilgilenecektim. İlk yolu seçtim ve OUR-Opening Universities for Refugees-bir eğitim inisyatifi olarak 2015 yılının Aralık ayında kuruldu. 2016 -2019 yılları arasında BM Mülteci Örgütü ile ortaklaşa Malezya, Endonezya, Hong Kong, Yeni Zelanda ve Avustralya’da 3C Forum (Collaborate-Create-Change) adı altında çözüm ve aksiyon odaklı platformlar düzenledik. Her platform ayrı projelerini yarattı. Bu projelerin detaylarını Endonezya’da yaşayan üç Afganlı genç mülteci öğretmen ile birlikte 2018 yılında Singapur’da verdiğim TEDX konuşmasında paylaştım. Bu mülâkat sayesinde konuşma dinlenir ve hatta paylaşılırsa binlerce hatta milyonlarca gencin sesini duyurabiliriz.
OUR, 2017 Aralık ayından bu yana İngiltere’de kayıtlı bir sivil toplum kuruluşu olarak farklı eğitim projelerine yön vermeye devam ediyor. Bunlardan birisi Mart 2020’de Yeni Zelanda Auckland Üniversitesi’nde faaliyetine başlamış olan Asya Pasifik Mülteci Araştırmaları Merkezi. Bu akademik birimin kurucu direktörü olarak görev alacağım. Bu süreçte birçok farklı disiplinler arası çalışma başlatacağız.
Bunlardan beni en çok heyecanlandıranlardan bir kaç tanesini paylaşırsam Bangladeş’te yaşayan 1 milyon Rohingyalı mülteci için oluşturacağımız diploma programları, Netflix için yapacağımız dizi, UNESCO ile ortaklaşa gerçekleştireceğimiz milli eğitim müfredatlarının yenilenmesi projesi ve Uluslarası Üniversite Sıralama Ajansları’na yeni kriterler getirme projesi…
Eminim bu yolculukta tanıdığın ve seni derinden etkileyen kişiler vardır. Onlardan söz etsen?
Somali’den Malezya’ya annesi ve 4 kardeşiyle seyahat eden ve yıllar sonra babasının hayatta olduğunu öğrenen Faduma (şu anda Amerika’da üniversite okuyor), Pakistan’da bir mülteci kampında doğan Iraklı Kürt Rez (geçtiğimiz yıl Harvard Hukuk Fakültesi’nde İnsan Hakları Hukuku üzerine yüksek lisansını tamamladı, OUR’un kurucu üyelerinden, Yeni Zelanda vatandaşı), Adıyaman’daki mülteci kampında tanıştığım ve gazetecilik okumak istediklerini benimle paylaşan 5 pırıl pırıl Suriyeli genç kadın (muhafazakar aile yapıları nedeniyle kamp dışına çıkmalarına izin verilmiyor), Endonezya’da mülteci olarak yaşayan ve mühendislik eğitimine devam etmek isteyen Etiyopyalı Liban (ancak Endonezya içinde seyahat edilmesine izin verilmiyor ve 5 senedir ufak bir adada yaşayıp mülteci çocuklara futbol öğretiyor), Kongo’dan yıllar önce Hong Kong’a mülteci olarak gelen Baptist Rahip Roy (Kilisesinde dünyanın farklı yerlerinden gelen genç mültecilerle amatör tiyatro yapıyor) ve daha yüzlerce güzel insan. Tabii bu yolculukta sadece mültecilerle değil bir çok farklı milletten, dinden, meslekten inanılmaz kişilerle tanıştım, zaten onların elini tutmadan yol almam imkânsızdı. Onun için hangi birisinin hikâyesini anlatsam diğerlerine haksızlık olur.
Neden ve nasıl bugüne geldik sorusunu sürekli yenilememiz lâzım. Bugün mülteci gerçeğini kriz ya da sorun olarak tanımlamamızın ardında 19. yüzyılda ortaya çıkan ulus devlet dinamiklerinde aramamız gerekmekte. Bir anlamda hepimiz mülteciyiz ve sınır olarak tanımladığımız ayrımlar tarihsel bir kurgu ve her kurgu gibi zamanla değişmeye mahkum.
Mülteci ve Zorunlu Göç Çalışmaları neden önemli?
Geçmiş ve gelecekle ilgili iki önemli boyutu var bu çalışmaların. Önce gelecekle başlayalım, Dünya Bankası’nın verilerine göre 2050 yılında küresel ısınma ve iklim değişimi ile bağlantılı 1 milyar insan mülteci konumunda olacaklar. Bunun için farklı disiplinlerin ortaklaşa çabalarıyla gelecek senaryoları oluşturmamız gerekiyor. Merkez olarak bu platformları sağlayacağız.
Bu anlamda tarihsel boyutun incelenmesi de önem kazanıyor. İnsanlık, yani atalarımız 200,000 yıldır sürekli kitlesel olarak yer değiştirmekte. Neden ve nasıl bugüne geldik sorusunu sürekli yenilememiz lâzım. Bugün mülteci gerçeğini kriz ya da sorun olarak tanımlamamızın ardında 19. yüzyılda ortaya çıkan ulus devlet dinamiklerinde aramamız gerekmekte. Bir anlamda hepimiz mülteciyiz ve sınır olarak tanımladığımız ayrımlar tarihsel bir kurgu ve her kurgu gibi zamanla değişmeye mahkum.
Son olarak The Beacon okuyucularına vermek istediğin bir mesaj var mı?
Çok sevdiğim bir Çin efsanesine göre tanrılar insanları yarattıktan sonra onları birbirlerine görünmez kırmızı iplerle bağlamışlar. Ne zaman ki iki insanı ya da iki toplumu birbirine yaklaştırmak isteseler bu ipleri çekerlermiş. Her efsanede olduğu gibi burada da mit ile gerçeğin bağdaştığı incecik bir çizgi var. Ben dünyayı ve insanlığı bu dar alandan okumanın taraftarıyım. Dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan hiç tanımadığım hatta hiç tanışmayacağım insanlarla görünmez bir bağım olduğunu bilmek beni heyecanlandırıyor, empati duygum sanırım bu heyecanla besleniyor. Sevgili Kerime sen bu mülâkatınla kırmızı ipleri yerinden oynattın ve beni binlerce The Beacon okuruyla yakınlaştırdın, bunun için bir mesaj vermek yerine, eğer konuyla ilgileniyorlarsa onlardan mesaj almayı çok isterim (gul.inanc@initiativeour.org). Kim bilir belki birlikte yepyeni yaratıcı projelere imza atarız.