Getting your Trinity Audio player ready...
|
2024 Yaz sayısındaki tüm yazılara son okuma yapıp, gururla arkama yaslanıyorum. Gururluyum çünkü bu, baştan sona dijitalde çalıştığımız ilk sayı ve her ne kadar dubaya zamanında ulaşamamış olsam da, boğulmadan buralara kadar gelmeyi başardım. İlk dubaya sarılarak, şöyle güzel, derin bir nefes alıyorum. Ne kusursuz bir an. Suyun ortasındayım, yüzmeyi iyi bilmiyorum, ancak kendimi artık kıyıya ait de hissetmiyorum.
Beni yüzeyde tutan güç, canı istediğinde alaşağı edebileceğini, ufak tefek gelgitlerle ve göz alan parıltılarla belli etti. Henüz ne dev bir dalgayla, ne de çabalarımı boşa çıkaracak ters bir akıntıyla sınandım. Bu bir şans mıdır, şefkat mi, itici bir güç müdür, lanet mi, tam kestiremediğim bir noktadayım. Bir gün cesaretimi toplayıp boyumu aşan sulara atladım ve o günden beri yalnızca önüme bakıp, gece gündüz yüzüyorum. Şimdilik tek bildiğim ve gerçekten önemsediğim bu.
Şu karşıki kıyıyı görüyor musunuz? Oraya yaklaşırken devredeceğim bayrağı.
Evet, oldukça uzun bir mesafe. Hayır, korkutucu filan değil. Harika bir yüzücü olmayabilirim, ama yüzmeyi öğrenmek için tam da olmam gereken yerdeyim. Daha az su yutmayı, ya da daha doğru nefes almayı, karada öğrenemezsiniz.
Afili cümlelerimi beğendiniz mi? Güzel. Şimdi biraz da gerçeklerden bahsedeyim. Suya öyle bir günde filan atlamadım. Cesaretimi toplamam, atlamam ve ne yapmakta olduğumu algılamam iki yılımı aldı. Boyumu aşan sulara atladığım doğrudur ve fakat, atladığım yerde beni bekleyen bir grup maraton yüzücüsü vardı. Beni suya itmediler. Kendi aralarında şakalaşıp, “su ne kadar güzel bir bilsen” diye canımı çektirdiler. Atlarken boğulmayacağımı biliyordum. Midemin yarısına kadar su yutacağımı bilmiyordum. “Bu su çok soğuk” diye bağırdığım günler de oldu, nefessiz kaldığımı hissettiğim anlar da. İsyan ettiğimde, ustalıklarını kenara bırakıp, tempoyu belirlememe müsaade ettiler. Tembellik etmediğimi biliyorlardı. Edemezdim de zaten, gözleri hep üzerimdeydi. Beacon’a dair her şey, en başından beri, tıpkı ACI günlerimizdeki gibiydi.
Tedrisatımı maraton yüzücüleri ile yapmaktayım ben. Dünyanın en şanslı çaylağıyım. Sebatıyla, bilgeliğiyle, disipliniyle nice fırtınalar atlatmış, benim varmayı hayal ettiğim kıyılara bir kaç tur gidip gelmiş insanlarlayım. 20 yıldan uzun süre, bu derginin yaşaması için emek vermiş olanlar var aralarında. Hala bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle ve aşkla yapıyorlar işlerini. Sizin benim “cesaret toplayıp” suya atlama dediğimiz şey, onların rutininin bir parçası. Keşfe dair bir kavuşma anı.
Bunları sizinle -birinci ağızdan- paylaşmak istedim, çünkü yaz sayısındaki tüm yazıları okuyup arkanıza yaslandığınızda, aklınızda tek bir imge kalacaksa eğer, bunun yeni şeyler keşfetmek için birlikte yola çıkan, yolda öğrendikleriyle hayatı güzelleşen ve başkalarının hayatlarını güzelleştirmek isteyen insanlara ait bir imge olmasını isterim. Yolun sonunu değil, yolculuğun kendisini önemseyenlere dair bir imge olsun lütfen. Arada bir aklınıza gelsin. Size ilham versin.
The Beacon 2024 Yaz sayısının ana teması: aidiyet. Bu sayıyı hazırlarken çıkış noktamız, okulumuza ve ACI’lı olmaya karşı geliştirdiğimiz aidiyeti incelemek, bu duygunun nasıl oluştuğuna dair ipuçları bulmak ve onu neyin kalıcı kıldığını keşfetmekti. Aynı kampüste, birbirinden ayrı zaman dilimlerinde, farklı müfredatlar okuyarak mezun olmuş insanların hayat görüşleri, nasıl bu kadar kusursuz bir şekilde birbirine yakın olabilir? “ACI’lı olmak” tam olarak ne demek? Bu kimliğin hayatta bize sağladığı faydalar neler? Bu kimliğe sahip mezunlar olarak, biz çevremize hangi değerleri katıyoruz? – yolculuğa, işte bu sorularla çıktık. Yolda, birbirinden güzel sürprizlerle karşılaştık.
Bahar sayımızda duyurusunu yaptığımız, ACI mezunlarına ait dijital bir kolektif hafıza alanı oluşturma fikrine göstermiş olduğunuz ilgi, The Beacon’da gerçek bir bayram havası yarattı. Yolladığınız proje, fikir, fotoğraf ve yazılar için sonsuz teşekkürler. Her birini özenle değerlendiriyoruz ve kısa sürede okuyucularımıza ulaşmalarını sağlayacağız. Bu sayımızda, Başak Baran’99, Kamil Tavas’98, Nur Öztin Tırak’83, Heves Özyılmaz’77 ve eski hocalarımızdan Andrew Fletcher yazılarıyla Beacon’ımıza değer kattı.
Oralarda bir yerlerde, güzel yazılar yazan, çizimler yapan, fotoğraflar ve videolar çeken, arşivindeki parçaları dostlarıyla paylaşıp ACI anılarını yad eden ve yaptığı işlerin güzelliğinin farkında olan ya da olmayan daha nice mezunumuz olduğunu biliyoruz. Birlikte üretmek, ürettiklerimizi değer verenlerle paylaşmak, geri bildirimler almak, daha iyisini tasarlamak ve başarabildiğimizi görmek, şu hayatta kendimiz için yapabileceğiniz en güzel şeylerden biri.
Haydi siz de atlayın suya: thebeacon@acialumni.org Buradayız biz, kendi aramızda şakalaşıyoruz.
Yeni sayımızın aidiyetimizi güçlendirmesi ve güzelliklere ilham olması dileklerimizle, keyifli okumalar.